“Bir örgüt ne kadar vizyoner ve anlamlı bir program hazırlarsa hazırlasın, eğer o örgütün araçlarının devletin içine girip programı uygulamaya geçirmesinin ihtimali yoksa o program neye yarar?”
JAMIE STERN-WEINER
BİRGÜN İÇİN ÇEVİREN: ONUR EREM
Kanada Karşılaştırmalı Siyasal Ekonomi Araştırmaları Departmanı Başkanı ve York Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi Profesörü olan Leo Pantich Ekim 2012’de Küresel Kapitalizmin İnşası (The Making of Global Capitalism) kitabını yayınladı. Solcu siyasal ekonomistler arasında önemli bir yeri olan Panitch aynı zamanda The Socialist Register dergisinin editörlüğünü yapıyor. New Left Project’e konuşan Panitch, küresel kapitalizmde devletin rolü, 2008’deki ekonomik kriz döneminde elitlerin dayanışması ve ekonomik olarak bütünleşmiş bir dünyada sol politikaların geleceğini anlattı:
>> Küresel kapitalizmi günümüzde nasıl tanımlayabiliriz?
Günümüzde dünya hâlâ birbirinden çok farklı ekonomik, sınıfsal ve toplumsal yapılara sahip ulus devletlerden oluşuyor. Lâkin bu ekonomiler artık birbiriyle bütünleşmiş durumda. Hepsi ihracata, ithalata, ticarete ve dolayısıyla küresel bankacılık sistemine bağımlı hale geldi. Yatırımlar da bankalar da uluslararasılaştı. Bu açıdan Marx’ın 1850’lerde yaptığı kapitalizm tanımı (küreselleşen eğilimlere sahip bir sistem) doğru çıktı.
>> Devletler küresel kapitalist düzeni nasıl destekliyor?
Kitabım iki alıntıyla başlıyor. Biri London School of Economics’ten David Held’in “küresel ekonominin en güçlü devletleri bile etkisiz hale getireceği” sözü. Diğeri ise Eric Hobsbawm’ın “çok uluslu şirketler güçsüz, etkisiz devletlerle dolu bir dünya; hatta hiç devletin olmadığı bir dünya ister” sözü. Kitabımın amacı ise bu korkunç yanlış kanıları düzeltmek.
Çok uluslu şirketler (ÇUŞ) devletlere ihtiyaç duyar. Dünyanın farklı bölgelerine gittikleri zaman güçsüz bir devlet değil, aksine özel mülkü koruyabilecek, etkin hukuk sistemiyle anlaşmazlıkları sorunsuz bir şekilde çözebilecek, sağlam altyapı inşa edebilecek ve stabil bir işgücü garantisi verebilecek güçlü devletler isterler. Kapitalizm ilk günlerinde ne kadar devlet gücüne bağımlı idiyse bugün de o kadar bağımlı.
>> Ama ekonomik küreselleşme devletlerin sermaye üzerindeki kontrolünü ve sosyal politikalarını sert bir şekilde sınırlandırmıyor mu?
Devletler hiçbir zaman sermaye kontrolünün – sermaye birikimine erişime müdahale edildiği müddetçe – maliyetsiz olduğu bir pozisyonda değildi. Sosyal demokrat refah politikaları ve 2. Dünya Savaşı sırasında (ve sonrasında) uygulanan refah devleti politikaları kapitalizmin yeniden inşa edilmesini kolaylaştırmak amacıyla tasarlanmıştı.
2. Dünya Savaşı sırasında uygulanan sermaye kontrolü, kapitalizmin serbest ticaret ve uluslararasılaşmayı savunan versiyonunun, kapitalizmin ekonomik açıdan milliyetçi versiyonuna karşı zafer kazanması için uygulanmıştı. 2. Dünya Savaşı sonrasında uygulanan sermaye kontrolü ise Batı Avrupa ve Japonya’ya nefes aldırmak, bütün sermayenin bir anda New York’a kaçmasını engellemek amacıyla uygulanmıştı. İster işçi sınıfının baskısıyla ister tepeden inme bir şekilde gelmiş olsun, her ülkede sosyal devlet politikaları kapitalist toplum yapısına zarar vermemek üzerine kuruluydu.
Bugünkü devlet-sermaye ilişkisini incelerken, bu ilişkinin geçmişte çok farklı olduğunu düşünmek doğru değil. Ama yine de eski refah devleti modellerinde var olan hakların bugün küreselleşen kapitalizm ile yok olduğunu inkar edemeyiz.
>> Uluslararası ekonomik güçlerle ulusal siyasal güçler arasındaki etkileşimi nasıl yorumlamalıyız?
ÇUŞ’lar ve uluslararası bankalar var oldukları ülkelerde toplumdaki sınıf çatışmasının tarafı haline gelirler. 1980’lerden itibaren üçüncü dünya ülkelerinde neo-liberal reformlar uygulanmaya başlandığında herkes bunun sadece Uluslararası Para Fonu IMF’nin baskısı sonucu gerçekleştiğini düşündü. Oysa bütün ülkelerde bu reformlar için bastıran yerel burjuva güçleri olduğunu unutmamalıyız. IMF’nin politikaları, neo-liberal reformlar uygulayan hükümetlerin seçmenlerine “bunu biz de istemiyorduk, IMF bizi zorladı” diyerek seçmenlerinin nefretini kendi üzerlerinden atıp, ulaşamayacakları bir yer olan IMF’ye yönlendirmesine olanak sağladı. Oysa yerel burjuvalar, ÇUŞ’ların fason üreticiliğini yapmak için zaten can atıyordu. IMF’nin politikaları, onlara sığınabilecekleri bir bahane sağladı.
IMF, G7, G20 gibi toplantılara katılan çok sayıda ülkenin liderleri ve bakanları burada ortak bir dilde konuşarak sosyalleşiyor, ortak politikalar geliştirmenin yanı sıra arkadaşlık kurarak ve birbirlerine sözler vererek ilişkilerini güçlendiriyor. Bu yüzden bu politikaları ulus devletlerin dışında başlayıp ulus devletlere empoze edilen bir süreç olarak görmek yerine ‘içerisi’ ve ‘dışarısı’ arasındaki diyalektiğin bir parçası olarak yorumlamamız lazım.
>> Uluslararası dayanışma, genellikle toplumsal hareketlere özgür bir şey olarak algılansa da kitabında küresel kapitalist düzenin uluslararası elitlerin dayanışması sayesinde ayakta tutulduğunu anlatıyorsun. Peki 2008 krizi sonrasında bu elit dayanışması nasıl devam etti de 1. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi elitlerin çıkar savaşına dönüşmedi?
Uluslararası kapitalist sınıflar ve kapitalist devlet liderleri arasındaki dayanışma maalesef uluslararası proleter hareketler veya alternatif küreselleşme hareketleri arasındaki dayanışmadan çok daha güçlü.
Elit dayanışması, sermayenin nüfuzunun artmasıyla birlikte büyüyor. Bunu sağlayan şey ise 2. Dünya Savaşı sonrasında elit dayanışmasının güçlenmesi ve elitlerin çatışmasını önlemek için Kuzey Amerika, Avrupa ve Japonya arasında kurulan kurumsal yapılardır.
Bu yüzden 2008 finansal krizi sonrasında olanlarla 1. Dünya Savaşı ve Büyük Buhran öncesi olanlarla çok farklıydı. Bu dayanışma ilk defa 1970’lerdeki krizde belirgin hale geldi: Herkes emperyalistlerin savaşını beklerken Kuzey Amerika, Avrupa ve Japonya arasındaki dayanışma arttı, kriz atlatıldı. 2008 krizinden sonra da G20 liderleri Washington’da bir araya gelerek ortak bir bildiri yayınladı: Hiçbirimiz serbest ticaret ve sermaye akışını engelleyecek ulusal politikalar izlemeyeceğiz.
Ancak kapitalist devletler, bu inanılmaz dayanışmalarına rağmen krizi bitirmeyi başaramadı. Bu kriz 19. yüzyıl sonundaki kriz, Büyük Buhran ve 1970’ler krizinden sonra kapitalizmin gördüğü son büyük kriz. Öncülleri gibi bunun da etkisi en az 10 yıl sürecek. Kapitalist elitler onca çabaya rağmen krizi sonlandıramadı, sadece kontrol altına alabildi.
>> Krizin devletler arası çatışmayı tetiklemediğini söylüyorsun. Peki krizin tetiklediği başka fay hatları var mı?
Kriz elitler arası dayanışmayı yok etmese de bazı gerilimler yarattı. Bazı devletlerin küresel kapitalizmdeki yerleri ve konumları müzakere edildi.
Kriz endüstriyel sermaye ve finans sermayesi arasındaki çatışmayı da derinleştirmedi. Çoğu solcu ekonomi analisti sermayenin farklı fraksiyonları arasındaki çatışmalara odaklanmıştı. Örneğin ‘üretken’ endüstriyel sermaye ile ‘spekülatif’ finans sermayesi arasındaki çatışmaya. Oysa endüstriyel sermaye o kadar uluslararasılaştı, uluslararası finansla bağları o kadar arttı ki finans sermayesiyle iç içe girdi. Bu da, reformist işçi hareketlerinin geleneksel stratejisi olan endüstriyel sermaye ile ittifak kurarak uluslararası finans sermayesine direnme olasılığını yok ediyor.
Krizin yarattığı fay hatları uluslar arasında değil ulusların kendi içindeydi. Çin’in küresel kapitalizme eklenmesi sonucu ülkede yer yıl artan grev dalgaları buna bir örnek. Bir diğer örnek de Yunanistan’da ortaya çıkan, Avrupa siyasal sahnesindeki en umut verici anti-neoliberal parti olan Syriza.
Yunanistan’da ne olursa olsun, Syriza ne kadar başarılı olursa olsun Avrupa’da, özellikle Kuzey Avrupa’da, Almanya’da güç gen dengeleri değişmediği sürece Yunanistan’ın neler yapıp neler yapamayacağı belirlenmiş durumda. Bir açıdan 1917’ye geri döndük diyebiliriz: En zayıf halkada değişim gerçekleşti, ama Yunanistan gibi bir toplumda kökten değişim yaratacak güçlerin başarabilecekleri ve hedefleri diğer ulus devletlerde, özellikle de en güçlü olanlarda yaşanacak bütünleyici değişimlere bağlı.
>> Küçük ve orta büyüklükteki ekonomiler bir arada hareket ederek küresel ekonomik düzenden ayrılabilirler mi? Bu çok mu sancılı olur?
Bu tarz bir şey bugüne kadar hiç yaşanmadı, o yüzden ancak denendiğinde anlayabiliriz mümkün olup olmadığını. Tabi ki böyle bir yöntem ulus devletlerin sahip olduğu doğal kaynaklara, jeopolitik güçler dengesi bağlamında diğer devletlerle yapabileceği anlaşmalara bağlı.
Ama haklısın, az önce bahsettiğim ‘içerisi’ ve ‘dışarısı’ diyalektiği öyle ki, diğer devletlerde bütünleyici değişimler olmadan sistemden ayrılarak demokratik sosyalist emellerin gerçekleştirilmesini hayal etmeyi bile zorlaştırıyor.
>> Bunun solcu stratejilere yansıması nedir?
Öncelikle kendimizi “gücü ele geçirmeden dünyayı değiştirebiliriz” yanılgısından kurtulmamız lazım. Her ülkede çatışmakta olan toplumsal güçler, devletlerinin hem örgütlenme hem de siyaset açısından dönüştürülmesi için fikir birliğine varmadan daha iyi bir dünya yolunda ilerlemek kesinlikle imkansız.
Bununla alakalı olarak, protesto politikalarının ötesine geçmemiz gerektiğini kavramamız lazım. Çok yaratıcı ve enerji verici olsa da sokak protestolarının esas amacı yeni politik örgütlenmeleri beslemek olmalı. Polisle çatışmanın yanı sıra, devletin yerini alabilecek veya içine sızarak onu değiştirebilecek örgütlerin yaratılmasına odaklanmalıyız.
Benim politikleştiğim dönemden çok farklı bir dönemde yaşayan 23 yaşında biri olarak sen ne düşünüyorsun söylediklerim hakkında?
>> İsyanlarda ve protestolardaki inanılmaz artışı kalıcı bir örgütlenmeye yönlendirebilecek yapıların eksikliği çok büyük bir sorun. Öte yandan programımızın ne olması gerektiğine dair bir fikrimiz olmadan, en sıradan eleştiri olan “bir program yaratmalıyız” eleştirisinden kaçınmamız lazım. Beni öfkelendiren ve bu röportaj serisini yapmamıza yol açan bir diğer şey ise ekonomiye dair yorumların yanlış analiz seviyesinde yer almaları. Örneğin bu konuda yazan insanlar bütçe verilerine dair detaylara odaklanırken, bu verilerin enternasyonel bağlamda ne anlama geldiğine değinmiyorlar bile.
Kesinlikle katılıyorum. Bir örgüt ne kadar vizyoner ve anlamlı bir program hazırlarsa hazırlasın, eğer o örgütün araçlarının devletin içine girip programı uygulamaya geçirmesinin ihtimali yoksa o program neye yarar?
Bu yüzden yeni siyasal örgütleri nasıl kurmamız gerektiği üzerine düşünmeye başlamamız lazım. Sizin neslinizin, eski komünist ve sosyal demokrat partileri tekrar etmekten kaçınma derdini anlıyorum. Bunu başmak için sokak protestolarındaki yaratıcılığınızı, o eski ve demokratik olmayan modelleri aşabilecek örgütler inşa etmeye yönlendirmeniz lazım.