HOLLANDA’DA SOSYALİST PARTİ’NİN TÜRKİYE KÖKENLİ MİLLETVEKİLİ SADET KARABULUT:
Erdoğan’ın derdi asimilasyonsa önce kendi ülkesine baksın
Sadet Karabulut, Erdoğan’ın Türkiye kökenli çocukların Hollandalı eşcinsel koruyucu ailelere verilmesine karşı çıkmasının önyargıları güçlendirdiğini söylüyor: Erdoğan buna asimilasyon demeden önce kendi ülkesinde yıllardır yürüttüğü asimilasyon politikalarını sonlandırsın
ONUR EREM – Lahey/Hollanda – onurerem@birgun.net
Hollanda’da 1975 yılında dünyaya gelen Sadet Karabulut, Bordeaux Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Rotterdam Erasmus Üniversitesi’ndeki Kamu Yönetimi bölümünü bitirdikten sonra bir süre sendikalarda ve toplumsal örgütlerde çalıştı. 2006 yılındaki seçimlerden itibaren parlamentoda Sosyalist Parti Milletvekili olan Karabulut ile Hollanda’daki göçmenlerin durumu, Türkiye-AB ilişkileri ve Erdoğan’ın iç/dış politikaları hakkında konuştuk:
>> Hollanda’daki göçmenlerin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Kriz, göçmenlerin koşullarını ne kadar etkiledi?
Kriz tüm dünyayı çok kötü vurdu. Hollanda’da gençler arasındaki işsizlik arası yüzde 15’e çıktı. Göçmen çocukları arasında bu rakam yüzde 40’lara çıkıyor. Kriz dönemlerinde de ilk işten çıkartılanlar hep göçmenler oluyor. Tüm dünyada olduğu gibi Hollanda’da da popülist partiler göçmenlerin entegrasyonunu engellemeye çalışıyorlar.
>> Türkiyeli göçmenlerin sorunları neler? Erdoğan’ın Hollanda’daki Türkiyelilerin çocuklarının koruyucu ailelere verilmesine yönelik açıklamaları Hollandalı sosyalistler tarafından nasıl karşılandı?
Türkiyeli göçmenler üzerinde Türk hükümetinin negatif etkisini görmek mümkün. Erdoğan 3. nesil göçmenlere bile ‘siz Türk kalın’ diyor.
Çok yazık ediyorlar. Kendi politik çıkarları için bu konuyu kullanıyorlar. Hollanda’da eşcinsel koruyucu ailelere verilen Türkiye kökenli göçmen çocukları için söyledikleri de aynı bağlamda yorumlanabilir. Bu koruyucu ailelere karşı çıkmak hem Türkiye’de hem de yurtdışındaki Türkiyelilerde varolan önyargıları ve korkuları güçlendiriyor.
Koruyucu aileleri “asimilasyon politikası” olarak değerlendiren hükümet Türkiye’de kendisi asimilasyon politikaları uyguluyor yıllardır. Erdoğan’ın derdi gerçekten çocuk haklarıysa, insan haklarıysa önce kendi ülkesine bir bakmasını tavsiye ederim.
Bu durum sadece AKP’ye özgü değil. Bugüne kadar Türkiye’de iktidara gelen hiçbir hükümet uzun kolunu göçmenlerden çekmek istemedi. Onların gerçekten uyum sağlamasını engellemeye çalıştı. AKP de bu politikaları güçlendirerek devam ettirdi. Başbakanlık bünyesinde kurulan Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı da bunun göstergesi.
Ben Hollanda’da doğdum büyüdüm. Artık benim çocuklarım kendilerini Türkiyeliden çok ilk etapta kendilerini Hollandalı hissediyorlar. Bırakın burada, bu kültürün içinde yaşamlarını sürdürsünler.
Hollanda hükümeti, benzer bir şekilde Türkiye’ye müdahaleye etmeye kalksa Türkiye’deki yöneticiler ne hissederdi?
>> Sosyalist Parti iktidara gelseydi, sizin ilk yapmak istediğiniz 3 yasal değişiklik ne olurdu?
Benim için en önemli konu adil paylaşım bunun içinde hem iş imkanları, hem gelir dağılımı hem de yoksullukla mücadele yer alıyor. Önceliğim, bu konulara yönelik yasal değişiklikler olurdu.
Hollanda krize rağmen hâlâ dünyanın en zengin ülkelerinden biri. Fakat Hollanda gibi bir ülkede bile, 16 milyonluk nüfus içinde 400 binden fazla çocuk yoksulluk içinde. Tabi ki bu yoksulluk seviyesi Hollanda standartlarına göre, Afrika’daki çocuklar gibi değiller.
Bu 400 bin çocuğun dışında bir milyon insan da çalışmasına rağmen geçinmesine yetecek kadar gelir elde edemiyor, yoksulluk içinde yaşıyor. Neo-liberal politikalar ile birlikte esnek çalışmanın dayatılması, bu sorunların ana nedeni. Bu tabloda her zaman en kötü konumda yer alanlar ise her zaman göçmenler oldu.
Hollanda hükümeti de şu an diğer Avrupa hükümetleri gibi bankaların pisliğini halkın parasıyla temizliyor. 45 milyar dolarlık bir bütçe kesintisi gerçekleşecek. Bu kesintiler toplumsal harcamalardan, maaşlardan, sağlıktan ve eğitimden kesilecek. Yapılan araştırmalar, bu kesintilerin korkunç sonuçlarını gözler önüne serdi: Eğitim politikalarındaki değişiklikler nedeniyle 20 bin çocuk eğitimini yarıda bırakacak. Ailesinin durumu iyi olmayan 20 bin genç, eğitim masraflarını karşılamak için borçlanmayı göze alamayacak. Oysa krizin faturasının krizi çıkartanlara kesilmesi lazım.
>> Bütün bunlar olurken iktidardaki koalisyonda kendini sosyal demokrat olarak tanımlayan İşçi Partisi bulunuyor. Sosyal demokrat partilerin neo-liberalizm ile yakınlaşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tüm dünyada, özellikle de Avrupa’da buna tanık olduk. Türkiye’de de CHP’nin açıklamaları, neo-liberal ekonomik modele sadık kalacaklarını düşünmemize yol açıyor.
Geçen yılki seçim kampanyasında İşçi Partisi bizim söylemimize çok yakın söyleme sahipti. Bugüne kadar izledikleri neo-liberal ve halkı dışlayıcı politikaları için özür dileyen genç bir liderleri vardı. En önemlisi de, solun en büyük partisi olarak “sağ liberalleri, aşırı sağcıları mı istiyorsunuz, bizi mi?” diye sordular ve kendi etraflarında bir birlik oluşturulmasını talep ettiler. Bu nedenle bize oy vermeyi düşünen çok sayıda insan, stratejik olarak düşünüp onlara oy verdi.
Ancak sonradan ortaya çıktı ki İşçi Partisi Başkanı Diederik Samsom ile seçimleri birinci bitiren merkez sağ Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi lideri Mark Rutte, seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz mesajlaşmış ve koalisyona karar vermişler. Madem liberallere karşı kaleydiniz, bankalara karşı halkı savunuyordunuz, liberal sağ parti ile nasıl koalisyon yaparsınız? Zaten onların kampanyasına inanıp oy veren seçmenlerin büyük bir kısmı bugün pişman. Seçim söylemleri ile politikaları hiç uyuşmadı.
KÜRT OLDUĞUM İÇİN PKK’LİSİN DİYE KARALAMA YAPTILAR
>> Önceki seçimde de yüzde 10 oyunuz ve 15 milletvekiliniz vardı. Kriz döneminde oyunuzu arttıramamak sizin için başarısızlık mı? Yoksa sandalye sayınızın azalmamasını bir başarı olarak mı görüyorsunuz?
Bunu bir başarı olarak görüyoruz. Seçim anketlerinde hep yüzde 20’nin üstünde oy alıyorduk, bazen birinci çıkıyorduk ama son 3 haftada oylarımızın neredeyse yarısı İşçi Partisi’ne geçti. Bunda egemen basının ve sermayenin de çok büyük etkisi vardı.
Seçim döneminde faşist partiler ve gericiler partimizle ilgili karalama kampanyası başlattı. Buna ben de dahildim. Kürt olduğum için PKK’li olduğumu, terörist olduğumu iddia ettiler.
Bütün bu saldırılar karşısında 15 milletvekili çıkarmayı bir başarı olarak görebiliriz. Tabi ki bizim de eksiklerimiz, hatalarımız oldu, daha iyisini yapabilirdik – ama bu bile başarıdır.
>> Göçmenler arasında en çok oy alan parti Sosyalist Parti mi?
Hayır, İşçi Partisi. Biz onlara kıyasla daha yeni bir partiyiz: Onlar 1945’te, biz ise 1971’de kurulduk. İlk nesil göçmenlerin aileleri geldiği zaman, İşçi Partisi gerçekten işçilerin ve göçmenlerin haklarını sonuna kadar koruyan sol bir partiydi. Bugün bizim durduğumuz yerde duruyorlardı diyebiliriz.
Bu nedenle yıllar boyunca insanlarda İşçi Partisi’ne dair bir bağlılık gelişti. Hâlâ bundan faydalanıyorlar ancak izledikleri bu yanlış politikalar bir gün elbet onların sonunu getirecek. Seçim öncesi anketlerde göçmenler arasında İşçi Partisi’nden daha fazla oy alacağımız gözüküyordu ancak seçimde bu böyle olmadı.
AB ÜLKELERİ MÜZAKERELERDE SADECE EKONOMİK ÇIKARLARINI DÜŞÜNÜR
>> Bir yanda, AB’de merkez sağ ve ırkçı partilerin ürettiği Türk karşıtı söylem, diğer yanda demokratik reformlar yapmak yerine ülkeyi bir tek adam dönüştüren Erdoğan varken Türkiye-AB müzakerelerinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Avrupa ülkeleri için tek kriter ekonomik çıkarlar. Eğer Türkiye’yi AB’ye alarak ekonomik çıkar elde edeceklerini düşünürlerse alırlar, öbür türlü almazlar. Hollanda için de durum aynı. Son dönemde Türkiye’ye çok sayıda Hollanda şirketinin yatırım yaptığına tanık olduk. Bu sırada sendikal haklar çiğneniyormuş, umursayan yok.
Ayrıca AB, Türkiyelilere gelecekte iyi, güzel şeyler getirir mi bilmiyorum. Şu anda Avrupa’nın haline bakın. Anti-demokratik bir Avrupa’ya doğru yol alıyor. Türkiye halkı AB’ye üyelik işini iyi düşünüp karar vermeli.
Erdoğan’ın en büyük korkusunun da ekonominin kötüye gitmesi olduğunu düşünüyorum. Türkiye son 10 yılda ekonomik olarak büyüdü, ancak gelir adaletsizliği kat kat arttı. Kendisi, konumunu kaybetmemek için çılgınca adımlar atıyor. Birkaç yıl öncesine kadar Erdoğan’ın Türkiye’yi demokratikleştirdiği düşünülüyordu Batı Avrupa’da, ancak artık insanlar bunun böyle olmadığını fark etti. Ama buna rağmen, Avrupa siyasetçileri ekonomik çıkarlar adına buna ses çıkarmıyor.
>> Avrupa Birliği’nin gelecekte ne bekliyor?
Avrupa, eğer böyle devam ederse kendi kendini batırır. O kadar kötüye gidiyor ki: İspanya’ya, Yunanistan’a bakın. Hollanda gibi, krize rağmen iyi durumda olan ekonomiler bile işçi sınıfına karşı o kadar saldırganlaştı ki.
HOLLANDA’DAKİ TÜRKLER VE KÜRTLER BİR ARADA YAŞANABİLECEĞİNİN ÖRNEĞİ
>> Tayyip Erdoğan ve Abdullah Öcalan arasındaki müzakereleri bir Kürt olarak Hollanda’dan nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben bu çatışmanın çözülmesinin mümkün olduğuna, bir çözüm yolu olduğuna inanıyorum. Bunu her tarafta, her fırsatta dile getirmeye çalışıyorum. Kürt halkında böyle bir istek var ve umarım hükümet bu müzakereleri ciddiye alır ve barış yolunda ciddi adım atmak ister. Bu sorunun çözülmesi Türkiye’deki tüm halklara ilerleme getirecektir.
>> Erdoğan’ın başkanlık rejimi arzusunu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Erdoğan başkan seçilmek istiyorsa bunu Türkiye’de yaşayan halklara sorması lazım. Barış müzakereleri sürecinde başkanlık meselesi bir koz olarak kullanılmamalı.
>> Hollanda’da Kürt göçmenler ile Türk göçmenler arasında bir gerilim var mı?
Bu tarz gerilimler Türkiye hükümetlerinin uzun kolunu kullanarak yurt dışındaki göçmenleri etkilemeye çalıştıkları zaman yaşanıyor genellikle. Onun dışında Hollanda’daki Türkler ve Kürtlere baktığınız zaman, iki grubun da eşit haklara sahip bir şekilde, uyum içinde bir arada yaşayabildiğini görürsünüz.