“Gericiliğe karşı Akdeniz’de ortak mücadele zamanı”

Avrupa Sol Partisi’nin İkinci Akdeniz Solu Konferansı’nda 9 ülkeden 12 siyasetçi ülkelerindeki gerici hareketleri konuşarak ortak bir mücadele zemini aradı

ebd09-son

21.02.2015 ONUR EREM @onurerem

İstanbul’da 20 Şubat’ta başlayan, Avrupa Sol Partisi’nin düzenlediği İkinci Akdeniz Solu Konferansı’nda bugün dördüncü oturumda toplumları bölen ve demokrasiye bir tehdit olan gerici güçler ve ideolojiler olarak köktendincilik, aşırı sağ ve popülist sağ ile bunlara karşı mücadele tartışıldı.

Tunus Halk Cephesi’nden Mouna Mathari 2010 yılında ülkelerinde başlayan kalkışmada kadınların da mücadele ilk sırada yer aldığını ve cinsiyetler arası eşitlik için mücadele verdiğini ancak İslamcıların kadınlara saldırılarının da hızla arttığını anlattı.

DEVRİM GERİCİLERE DE ALAN AÇTI
“2010 yılında modernist bir projeyi hayata geçirmek için çıktık. Toplumu aşağıdan İslamlaştırmaya çalışan bu hareketin karşısında yer aldık. Kadınlar sözlü saldırılara ve fiziksel saldırılara maruz kaldı. İslamcılar seçimlerde önce Tunus toplumuna kendi değerlerini dayatmaya çalıştı. Devrim, Tunus söylemini özgürleştirdi ama buna bağlı olarak gerici siyasi hareketler de kendilerine alan buldu” diyen  Mathari İslamcıların kadın haklarına karşı yönelttiği saldırılara feminist örgütlerden hemen tepki geldiğini, insan hakları dernekleri ve sendikaların da feministleri desteklediğini belirtti: “Selefi hareketler son derece sert bir şekilde başı açıkların üniversiteye girmesine karşı kampanya başlattı. 6 Şubat’ta bir arkadaşımız TV’de onları eleştirdiği için öldürüldü. Halk sokaklara döküldü. Parlamento önündeki alanı işgal ederek ülkenin İslamileşmesine tepkimizi koyduk ve bugün ülkede İslami bir hükümet yok.”

EKONOMİK SORUNLAR GÜNDEMDE
“Otoriter rejimler ve diktatörlükten çok çektiğimiz için 2011’deki seçimde yeniden kişisel bir iktidarın başa gelmemesi için mücadele ettik. Ülke yeni özgürleştiği için bir parti patlaması yaşadık” ifadelerini kullanan Mathari, bugün mecliste 15 Halk Cephesi üyesiyle halkın ekonomik sorunlarını gündeme getirdiklerini anlattı.

CHARLIE HEBDO SALDIRISININ ÖNCÜLERİ
Fransa’dan, Birleşik Sol’dan Vincent Boulet de ülkelerinde bir rejim krizi olduğunu vurguladı. 2014’teki AB Parlamentosu seçimlerinde Ulusal Cephe’nin ilk sırada çıktığında bu soruna sol olarak cevap vermeyi başardıklarını söyleyen Boulet “Fransa’da bugünkü durumu Ocak ayındaki saldırılardan bağımsız konuşmak mümkün değil. Charlie Hebdo bir dergi olarak rejime karşı ve dinlere karşı eleştirinin bir sembolüydü. Bu dergiye yönelik saldırı faşizmin ilk tezahürü değildi, Fransa’da son dönemde anti-semit saldırılarda bir artış vardı. Bütün bunlar aydınlanma çağından beri elde edilen kazanımların sorgulanmasına yol açtı. Fakat Ulusal Cephe’nin buradan kendisine malzeme çıkarmasına izin vermedik. Fransa’da hükümetin güvenlikçi politikaları gündeme getirmesine de karşı çıktık” ifadelerini kullandı.

SORUMLUSU KÜRESELLEŞME
Fransa’da cumhuriyetin kişisel ve kolektif hakların muhafaza edilmesini temsil ettiğini hatırlatan Boulet “Bu olaylarla karşılaşmamızın nedeni kapitalizmin küreselleşmesi ve uluslararası krizler yaratmasıdır. Bugün Fransa’da çocukları bile terörizmi övmekten hapse atıyorlar, bir cinayet için vatana ihanet diyebiliyorlar, biz bunarı 2. Dünya Savaşı’ndan beri yaşamamıştık” derken Hollanda hükümetinin geliştirmek istediği güvenlik politikalarının kendi oy tabanı tarafından da benimsenmediğini belirtti.

ÜRETİM 20 YIL ÖNCESİNDE
Boulet, Fransa’da 2013 yılında 600 bin şirketin iflas ettiğini ve endüstri üretiminin 20 yıl önceki seviyeye gerilediğini hatırlatırken bunun sorumlusunun liberal politikalar olduğunu, ekonomik krizin AB politikalarıyla daha da ağırlaştığını söyledi: “Merkel ve Sarkozy Avrupa’yı bir duraklama dönemine soktu, halkların egemenliğine bir darbe vurdu. Alman muhafazakar sağının başını çektiği neo-liberal hareketin SYRIZA’ya verdiği tepkinin bu modele nasıl bel bağladıklarını gösteriyor. Neo-liberal saldırıla hakların evrenselliği ilkesinden geri adım atmamızı istiyorlar.”

SOSYAL DEMOKRASİ YOK EDER
Fas’taki Birleşik Sosyalist Parti’nin Genel Sekreteri Nabila Mounib, solun fikrini, araçlarını ve ağlarını geliştirerek kendini yenilemesi gerektiğini, ancak bu koşullarda küresel bir proje sunabileceğini söylerken “Solun sosyal demokrasiye dönüştüğünde halkların beklentilerine cevap veremediğini ve yok olduğunu gördük. Bu nedenle sosyal demokrasinin ötesine geçen uzun vadeli çözümler sunabilmeliyiz” dedi. Dünyada pek çok ‘sol’ hükümetin uluslararası ekonomik kurumların teknokratları gibi davrandığını belirten Mounib, solun Filistin halkının meşru taleplerini savunmasına rağmen bu konuda hiçbir şey kazanılamamasının kabul edilemez olduğunu söyledi. “Bugün aslında toplumlarımızı etkileyen sorun din değil dinin bir amaç içinde kullanılmasıdır. Dinin tamamen araçsallaştırılması söz konusu ve bunun doğuracağı olumsuz sonuçları anlatmamız lazım” diyen Mounib bugün Fas’ta hâlâ ifade özgürlüğü olmadığını, insan hakları dernekleri ve STK’lerin faaliyetlerinin engellendiğini söyledi: “Bize ya diktatörlükle ya da İslamcılarla işbirliği dayatılıyor. Biz bu iki seçeneği de reddederek, ikisine karşı da mücadele ediyoruz.”

SOL DEMEYELİM DEMOKRATİK DİYELİM
Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi’nden Mihir Qatani ise Ortadoğu bölgesinde en belirleyici şeyin İslamcılık tehdidi olduğunu, Avrupa’da ise kemer sıkma politikalarının faşizmi yükselttiğini, solun bir perspektiften bu iki olguya karşı mücadele edebilecek gücü olduğunu anlattı ve “Bunlara karşı demokratik bir alternatif ile mücadele edebiliriz. Sol alternatif demiyorum çünkü sol dediğimizde birçok insanın uzaklaşmasına yol açabiliriz. Hâlâ emperyal güçler köktendinciliği ve gericiliği desteklemektedir. Buna karşı çıkmanın tek yolu demokratik bir alternatiften geçer” dedi.

LAİK PERSPEKTİF ŞART
Fransa’daki Sol Parti temsilcisi Allain Billon, çatışmaların ortaya çıkışının arkasında ABD’li neo-muhafazakarların özellikle de ikinci Bush döneminden itibaren medeniyetler çatışması kavramını benimsemesi olduğunu söyledi. Bu anlayışn 1990’lı yılların sonundan itibaren haksız savaşlara karşı muhalefeti bastırmayı ve hafızayı tamamen manipüle etmeyi amaçladığını anlatan Billon, “Çatışmaları laik bir perspektiften okumak zorundayız. Filistin’deki mücadeleye baktığımızda 70 yıllık bu mücadele bir dini direniş değil sömürgeciliğe karşı bir mücadeledir. Aynı şekilde İran – Suudi Arabistan ittifakı da bir Şii-Sünni ittifakı değil siyasi bir ittifaktır. Siyasi olanla dini olanın birbirine karıştırılması gittikçe artan korku ve nefrete yol açmaktadır. Bu söylem emperyalizmin ve neo-liberalizmin etkisiyle sürekli geliştirilmektedir” dedi.

LAİKLİK ÖNCELİK OLMALI
“Bugün Akdeniz’in kuzey ve güney yamaçlarının militanlarına, ortak düşmanımıza karşı mücadelede bir çağrı yapıyorum: Laikliğin kayıtsız şartsız bir seçenek olarak, temel bir talep olarak önde tutulması gerek. Din ve devletin ayrılması demokrasi ve bireylerin gelişimi için bir şarttır” diyen Billon kimsenin laikleşme konusundaki mücadelenin dinsizlik veya din karşıtlığı anlamına geldiğini söylemesine izin vermemek gerektiğini ifade etti: “Düşmanlarımız bu taktiği ifade ediyor ama biz de karanlık ideolojilere karşı ancak böyle mücadelemizi sürdürebiliriz.”

IRKÇILARIN YENİ STRATEJİLERİ
Danimarka’daki Kızıl Yeşil İttifak üyesi Inger Johansen Danimarka’daki İslamcı saldırıyla Fransa’daki saldırı arasındaki benzerlikleri anlatarak başladığı konuşmasında “Danimarka’daki saldırgan da bir Danimarka vatandaşı, o da bir süreliğine hapsedilmiş. Ama henüz Danimarka’daki saldırının uluslararası bağlantılarını bilmiyoruz” dedi. Danimarka’da aşırı sağın güvenlik politikalarını yükseltmek için baskı yapacağını, 2014 AB Parlamento seçiminde yüzde 26 oy aldığını hatırlatan Johansen “Sosyal demokratların merkez sol hükümeti yıllardır iş imkanlarını azaltıyor. Bunun sonucunda oy tabanları aşırı sola ve aşırı sağa kayıyor. Biz yüzde 10’a ulaştık anketlerde. Aşırı sağcılar bunu ve saldırıları kullanarak kendilerini merkeze taşımaya çalışıyor, ırkçı gibi gözükmeden daha fazla insana ulaşmak istiyor. Bu hepimiz için büyük bir tehdit” ifadelerini kullandı.

İNSANLAR HİSSETMEK İSTİYOR
Mısır Sosyalist İttifak Partisi’nden Alaa Shukrallah ise Ortadoğu’da İslamcılığın yükselişte olmasının önemli bir nedeni olarak ulusal kurtuluş modellerinin başarısızlığa uğramasını gösterdi. Emperyalist ülkeler tarafından İslamcılığın ve despotik rejimlerin işlevselleştirildiğini söyleyen Shukrallah, “Toplumda, ekonomide ve siyasette dışlanan, geleceksizlik ve imkansızlık hissine kapılan gençliği solun örgütleyememesi, bu gençlerin İslamcılar tarafından örgütlenmesinin önüne geçmemiz lazım” dedi. Batı ülkelerinde de parlamenter demokrasinin insanların taleplerini karşılamakta yetersiz kaldığını anlatan Shukrallah, gençlerin sağa veya sola oy vermekle aslında hiçbir gerçek değişime yol açamayacakları hissine kapıldıklarını söyledi: “İnsanlar gerçek bir değişim yapabildiklerini gördüğü zaman kendilerini siyasete ve partilere yakın hissediyorlar”.

9 MAYIS’TA EYLEM ÇAĞRISI
SYRIZA’nın Uluslararası İlişkiler ve Barış Meseleleri Departmanı temsilcisi Panos Trigazis, konuşmasında 9 Mayıs’ta Avrupa ve Akdeniz çapında anti-faşist ve anti-miltiarist bir eylem önerdi: “9 Mayıs 1945’teki anti-faşist zaferin 70. yıldönümünde bir eylem teklif ediyorum. Tüm güçleri ve hareketleri; Rusya’dan Portekiz’e, Finlandiya’dan Mısır’a herkesi içermelidir bu eylem. Bu eylem iyi planlanmalı, alternatifler sunmalı, yalnızca suçlamakla yetinmeyip alternatifler de sunmalıdır. Anti-militarist ruhla silahlanmayı talep etmeliyiz. Barış yalnızca silahsızlanmayla gelebilir. Dünyada silahlanarak, ordu dengeleri kurarak barış getirebileceklerine inananlar var, bu doğru değil. Akdeniz tüm nükleer silahlar ve kitle imha silahlarından arındırılmalı. 1945’teki anti-faşist zafer Birleşmiş Milletler’in kurulmasına yol açmıştı. Bugün de BM’nin demokratikleştirilmesini, güncelleştirilmesini ve tekrardan kuruluş amaçlarına uygun hale getirilmesini talep etmeliyiz. Anti-faşist zaferin bir önemi de insan haklarının ve toplumsal hakların birbirinden ayrı değerlendirilmeyecek hale gelmesidir. Bu temelde kemer sıkma politikalarına da karşı çıkabiliriz. Irkçılık, neo-nazizm ve dincilikle de mücadele edebiliriz. Göçmenlere haklarının verilmesini sağlayabiliriz, Avrupa kalesi gibi muhafazakar kavramlara karşı mücadele edebiliriz. Yunanistan’da 1974’te kadar faşist bir diktatörlük vardı. Bu diktatörlük döneminde bile hiçbir zaman güçlü bir faşist partimiz olmamıştı. Bugün faşist bir partinin ülkemizde 3. parti haline gelmesi yalnızca neo-liberal politikalar sonrasında yaratılan trajedi ile mümkün oldu. Faşizmin ve noe-nazizmin toplumsal köklerine bakmalı ve incelemeliyiz, onları ancak öyle engelleyebiliriz.” Akdeniz bölgesinde İslami köktendinciliğin olmadığı tek Müslüman bölge olarak Kıbrıs Türk topluluğunu işaret eden Trigazis, bu topluluğun büyük seküler geleneğe ve güçlü bir sola sahip olmasının bunun ana nedeni olduğunu, güçlü bir sol örgütlenmenin ve seküler geleneğin diğer ülkelerde de gelişmesi halinde İslami köktendinciliğin o ülkelerde de gerileyeceğini söyledi.

AVRUPA ABD’DEN BAĞIMSIZ OLMALI
İtalya’daki ASP üyesi Komünist Yeniden Kuruluş Partisi’nden Fabio Amato, emperyalistlerin Avrupa ülkelerini NATO’ya bağımlı kılmak istediklerini, doğuda Rusya ve güneyde Ortadoğu ülkeleriyle çatışma içinde olmaya zorladıklarını anlatırken “Avrupa, sınırındaki ülkelerle ABD çıkarlarından bağımsız ilişkiler geliştirmek zorundadır” dedi, ancak bunun da yeterli olmayacağını ekledi: “Gerici ve faşist güçler işçi sınıfı içinde muazzam bir toplumsal taban ile büyürken bizim buna karşı yapacağımız iki temel şey var: İnsanların kalbini kazanmalıyız, bir alternatif sunmalıyız. Sosyalistler yalnızca geçmişin nostaljisini sunmamalı, insanların sömürüden kurtulmasının mümkün olduğunu anlatmalı. İkinci olarak da, her gün sahada, meydanlarda, fabrikalarda, kentlerde mücadeleler yürüterek dayanışma eylemleri geliştirmeliyiz. SYRIZA yalnızca kemer sıkma karşıtı açıklamalar yaptığı için değil, herkes için büyük bir dayanışma ağı kurduğu için halkın desteğini aldı. Sol partiler tarihte de işçi sınıfı içinde dayanışma ağları örgütleyerek, işini kaybedenlere hemen destek sunacak ağlar kurarak gelişmiştir. Kaynaklarımız sınırlı olsa bile bu kaynakları olabildiğince seferber edip değerlerimize sahip çıkmalıyız.”

ROJAVA: DAYANIŞMA VE İNŞA
HDP’den Ayşe Berktay da asıl olanın dayanışma olduğunun çok doğru bir tespit olduğunu belirtirken buna Rojava örneğini verdi. Dayanışma ile toplumun yeniden inşasında Rojava’nın önemli bir yerde olduğunu söyleyen Berktay, “Bir savaş krizi karşısında toplumun farklı kesimlerini bir araya getirip dayanışma kurmak, halkın kendi iradesini rejim ve cihatçılar karşısında üçüncü bir yol olarak ortaya çıkarması ve bunu da bizzat bir toplumsal alan inşa ederek, meclisleşerek, halkı karar mekanizmalarının sürekli içinde tutarak kurulan bu modeli Avrupalı yoldaşlarımızın özellikle incelemesi lazım” ifadelerini kullandı.

Laiklik meselesine de değinen Berktay, laiklik ile laikçilik olarak tanımladığı kavram arasında büyük bir fark olduğunu söyledi: “Laiklik din ve devlet işlerinin tamamen birbirinden ayrılması laikliktir ve Türkiye’de bu uygulanmadı. Bunun yerine inanç özgürlüğünü baskılayan, dergahların, tekkelerin kapatıldığı bir laikçilik uygulandı. Bu baskılama ve ötekileştirme, sonunda İslamcılığın güçlenmesine yol açtı. Bunu emperyalizm de destekledi, askeri faşist rejimler de destekledi. Türk ordusu 12 Eylül’de bizzat sola karşı dini örgütleri güçlendirdi. Bizim bir yandan bu karanlık güçlere karşı mücadele ederken, diğer yandan da toplumun büyük kesimlerine karşı kendimizi marjinalleştirmeyecek bir şekilde laikliği savunmalıyız” dedi.

TAŞ: DİNİ ÖZGÜRLEŞTİRECEK OLAN DA SOLDUR
Berktay’ın ardından konuşan ÖDP Eş Genel Başkanı Alper Taş da laikliğin yeniden tartışılıp ele alınması gereken bir mesele olduğunu söyledi. “Türkiye laik bir ülke olarak bilinir ama hiçbir zaman gerçekten laik bir ülke olmamıştır” diyen Alper Taş bugün iktidardaki AKP’nin İslamcı ve neo-liberal politikalarının at başı gittiğini, hükümeti piyasacı politikaları dinle ve imanla pazarladığını anlatırken, AKP’yi iktidara taşıyan şeyin geçmişteki laiklik anlayışı olduğunu belirtti. Geçmişte devletin dini kontrol etmek için kullandığı Diyanet İşler Başkanlığı’nı bugün AKP’nin toplumu İslamileştirmek için kullandığını anlatan Taş “Birleşik Haziran Hareketi ile Türkiye’de ilk defa laiklik talebi yukarıdan değil, tabandan geliyor. Ordu ve bürokrasiye bağlı kalmadan bir laiklik kurulmasını istiyor insanlar. Bunun yaratacağı güçlü etki yüzünden Haziran’dan arkadaşlarımız tutuklanıyor. Bugün Türkiye’de korunacak bir laiklik yoktur, yeniden inşa edilecek bir laiklik vardır” dedi. Taş, İslamcıların tüm güçleriyle laiklik kavramını halka din karşıtlığı olarak anlattığını söylerken “Böylece dini kesimler sola düşman kılınmaya çalışılıyor. Bizim yapmamız gereken dini karşımıza almak değil. Devrimciler inançlarla uğraşmaz. Biz siyasal İslamcılarla mücadele ederiz. Türkiye’de de, Ortadoğu’da da din, siyasal İslamcılar tarafından köleleştirilmiştir. Din bir sömürü aracı kılınarak siyasetin kölesi haline getirilmiştir. Dini bir sömürü aracı olmaktan kurtararak gerçek manada özgürleştirecek olanlar devrimciler ve sosyalistlerdir” ifadelerini kullandı.

About onurerem

journalist @ birgün newspaper. twitter.com/onurerem
Bu yazı Haber içinde yayınlandı ve , , , , , , , , , , , , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s