Lenin’in değil Marx’ın durumuna benziyor halimiz

ONUR EREM – İBRAHİM VARLI/BİRGÜN
5 aralık 2011

Dünya solunun şu an yaşayan en önemli ismi olarak kabul edilen Fransız düşünür Alain Badiou, daha önce Jean-Luc Nancy’yi de İstanbul’a getiren MonoKL dergisi ve Sarıyer Belediyesi tarafından Boğaziçi Üniversitesi Büyük Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen “Devrim, Demokrasi, Felsefe Kongresi”ne katıldı. Konferans sonrasında kendisiyle yaptığımız özel röportajı yayımlıyoruz.

>> Soğuk savaş bittiğinden bu yana kapitalizme alternatifi olmayan bir dünyada yaşadığımız söyleniyor. Günümüzde kapitalizm çok büyük bir krizin içinde olmasına rağmen, hâlâ bir alternatif geliştirilebilmiş değil. Bu durumun daha ne kadar süreceğini düşünüyorsunuz?

Alain Badiou ilerleyen yaşına rağmen Monokl’ın merdivenlerini zorlanmadan çıksa da kulağı epey ağır işitiyordu

Dünya çapındaki kapitalizminin ebediyen sürmeyeceğine eminim. Bu dünyanın sonu, veya tarihin sonu değildir. Dolayısıyla ne olursa olsun yeni bir görüş oluşturulacaktır. Bu görüş hem hüküm süren kapitalizme karşı hem de geçmişteki devrimci tecrübelerden yararlanan ve aynı hatalara düşmeyen bir alternatif olacaktır.
Şu andaki durum zor ve karanlık gözüküyor, bu doğru. Ancak tarihte ilk defa böyle bir duruma düşmüyoruz. Çalışmak, pes etmemek ve başka bir alternatif aramaya devam etmek lazım.

>> Batıdaki işgal (occupy) hareketleri de bunu yapmaya çalışıyor. Onların ne kadar başarılı olduğunu düşünüyorsunuz? Bir alternatif çıkartıp yeni bir yapının temelini oluşturabilirler mi
?

İşgal hareketleri daha önce benzeri görülmemiş yeni bir hareket. Bu da yeni bir yol arayışının bir parçasıdır zaten. Ama aynı zamanda çok da kırılgandır. Çünkü sağlam bir eleştiri sunuyorlar, ancak yeni bir öneri ortaya koyabilmiş değiller. Bu isyandan gerçek yeni bir öneriye geçmek gerekir.
Şimdilik bu kapitalizmle içkin, kapitalizmin içinde olan bir harekettir. Daha yumuşak bir kapitalizm arzusunun temsilidir. Oysa yumuşak kapitalizm diye bir şey de yoktur, mümkün değildir. Yumuşak bir kapitalizm için yapılan isyanlar yerine tamamen yeni, kapitalizm dışında bir şey hedefleyen bir hareket kurmamız gerekir.

>> Arap ülkelerindeki halklar da tek-adam yönetimlerine ve bazı neo-liberal politikalara karşı ayaklandılar. Sizce yeni gelen hükümetler onları neo-liberalizmden korumayı başarabilecek mi?

Bence Arap hareketinin üç aşaması olacak. Birinci aşamada despotluk yönetimlerine karşı çıkan bir isyan. Bu aşamada bir antikapitalist devrim gerçekleşmez. Sadece baskıdan ve diktatörlükten kurtulmayı hedeflerler.
İkinci aşamada ise hareketin bir bölünmesi gerçekleşecek. Bir tarafta eski rejimle uzlaşmak isteyenler, diğer tarafta ise daha devrimciler yer alacak. Mısır’da şu anki durum da bu aşamada. Bir tarafta ordu, ortada Müslüman Kardeşler, diğer tarafta da devrimciler var. ikinci aşama bu yüzden biraz karışık.
Üçüncü safhada ise devrimcilerin gücü ele geçirmesini umut ediyoruz; henüz bu devrimler ikinci aşamada olduğu için bu dileğimizin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini göreceğiz.

>> Fransa’nın bu sürece müdahale etmesini, örneğin Libya’ya saldırmasını nasıl yorumluyorsunuz?

Bu kesinlikle emperyalist bir saldırıdır. Buna karşı çıktım. Ve maalesef bütün Fransa solu Libya müdahalesini destekledi. Saldırılar başladığında Fransa solunda buna karşı çıkan kişilerin toplamı 3 veya 4’tü.

>> İçinde yetiştirildiğimiz ve yaşadığımız sistemde komünizmin “çağ dışı, köhne, otokratik ve işkencelerle dolu” bir yönetim şekline dönüşmeye mahkûm olduğu, bu yüzden de denemeye bile gerek olmadığı insanlara empoze ediliyor. Bu dominant söyleme karşı nasıl mücadele edebiliriz?

Bunun için iki yol var. Birincisi olan şeyi açıklamaktır. Neden komünizmi hedeflerken böyle bir yönetimle karşılaştığımızı sorgulamaktır. ‘Bu kader kaçınılmaz mıydı’ diye düşünmektir. Burjuva açıklamalarını gölgede bırakacak şekilde kendi açıklamalarımızı dillendirmemiz gerekmektedir.
İkinci yol ise komünizm kelimesine gerçek anlamını, yani Marx’ın verdiği anlamı vermemizdir. Komünizm kelimesinin, insanlığın kurtuluşu ve özgürlüğü anlamını bu kavrama geri vermektir.
Şu anda dünya komünizm üzerine yeniden düşünmeye başladı. Dolayısıyla artık komünizm kelimesinin gerçek anlamına doğru gidiyoruz.
Bana göre komünizmin de üç aşaması var. Birincisi, Marx’ın anlatmak istediği komünizm. İkinci, komünizmin gerçekleştirildiği, diktatörsel devlet komünizminin tecrübe edildiği aşama. Üçüncü aşamayı ise bizim başlatmamız gerek. Günümüzün çağdaş kapitalizmine karşı yeni bir komünizm anlayışı sunmamız gerekiyor. En büyük sorun da burada örgütlenme olacaktır.
Belki de bu yeni komünizm, Marx’ın komünizmi ile Bakunin’in anarşizmi arasında bir birleştirici olacaktır. Yani komünizm ile anarşizm arasında bir noktada özgürlükçü ve eşitlikçi bir sistem yaratılacaktır.

>> Komünizm ile anarşizm arasında kurulabileceğini söylediğiniz bu bağı biraz daha açabilir misiniz?

Komünizmin içinde de bir hiyerarşi, askervari bir örgütlenme olduğunu düşünüyorum. Bu yapılanma, iktidarı ele geçirmek için etkiliydi. Leninist bir partinin Leninist bir kavramıydı. Anarşizm tarafında ise kolektif bir örgütlenme vardı. Kendi kendini örgütleyen ve organize eden bir hareket hayali vardı. Bugünkü kafa yormamız gereken şey şu olmalı: Harekete sadık kalan, hareketin ruhunu taşıyan ve hiyerarşinin dışında kalacak yeni örgütlenme biçimleri bulmak. Marx da manifestosunda komünist partilerin işçi sınıfının içinde var olan bir yapılanma olması gerektiğini söylüyordu. Oysa günümüzün komünist partileri işçi sınıfının dışında varolur hale geldiler. Bu fikre geri dönmemiz gerek. Hayalimiz ve hedefimiz, anarşizmin özgürlükçülüğünü ve komünizmin disiplinini bir araya getiren bir yapı oluşturmak olmalı. Bunun mümkün olup olmadığını henüz bilmiyoruz tabi.

>> Söylediklerinizle son dönemde yükselen ‘komünizme ulaşmak istiyorsak sosyalizmi reddetmeliyiz’ anlayışı arasında paralellik görüyor musunuz?

Sosyalizmden komünizme geçiş çok zor bir tarihsel sorudur. Komünist süreç zaten sosyalist süreci de eleştirir. Çünkü komünizm, devletin ortadan kalkmasıdır. Halbuki sosyalizm devletin mutlak güçlü olduğu bir devlet yapısıdır. Komünizme geçmek için sosyalizm şart diyenler de var, ancak bunun henüz bir kanıtını göremedik.

>> Örgütlenme probleminden bahsettiniz. Batı demokrasilerine baktığımızda günümüzün parti yapılarının artık halkın isteklerine ve ihtiyaçlarına cevap veremediğini, çoğu ülkede sol partiler ile sağ partilerin hiç bir farkının kalmadığını görüyoruz. Komünizme giden yolda, bu haldeki partileri kullanmaya devam etmeli miyiz, yoksa farklı bir taban örgütlenmesi mi yaratmalıyız?

Bence bugün ihtiyacımız olan şey yeni taban hareketleridir. Bir şeylere daha yeni başladığımız fikrini aklımızdan çıkarmamamız lazım. Bence eski parti yapılarını tamamen terketmemiz lazım. Onlar artık günümüzün ihtiyaçlarını karşılayamıyorlar. Komünizmi, gücünü tabandan alacak yeni yapılar getirebilir, işlevsizleşmiş partiler değil.

>> Bir zamanlar çok güçlü olan Fransa solunun güçsüzleşmesinin nedeni de sizce partilerin işlevsizleşmesi mi?

Bana göre Fransa solu uzun bir zamandır ölü. Çünkü onlar büyük halk kitlelerinden koparılmış durumdalar. Bu yüzden yeni bir şey sunamazlar. Bizde çoğu zaman sol partiler iktidarda oldu, ama son zamanda yaptıkları ve söyledikleri sağ partilerle neredeyse tamamen aynı.

>> Bir röportajınızda, “bir felsefeci olarak dünyayı hiç bir zaman olduğu haliyle kabul edemem” demiştiniz. Bu motivasyon sayesinde hayatınız boyunca dünyayı değiştirmek için uğraştınız. Bunca yılın ardından geçmişe baktığınızda yaptıklarınız sizi tatmin ediyor mu? Pişmanlıklarınız, ‘keşke’leriniz oldu mu?

Evet, hatalarım oldu. Özellikle de siyasi çalışmam, bir dönemin sonu ile başka bir önemin başlangıcı arasına denk geldi. 70’li yıllarda klasik Marxizmin hâlâ bir gücü vardı. Parti yapılanması, işçi sınıfı, sosyalist devlet anlayışı canlıydı. Ben ve arkadaşlarım da çalışmaya eski fikirlerden yola çıkarak başladık. Bu fikirlerin bitmekte olduğunu o zamanlar bilmiyorduk. Esasında sonu gelmekte olan bir devrimci anlayışın militanlarıydık.
Bir yanılsama vardı; bir şeyler olabilir zannediyorduk, oysa olasılıklar dahilinde değilmiş. Artık bunun ötesine geçmemiz gereken bir dönemdeyiz. Küçük deneyimlerden tabanı oluşturmakta faydalanmamız lazım.
Benim siyasi yaşamım bir dönemden başka bir döneme geçişi temsil ediyor. Gençken sömürü karşıtı bir savaş veriyorduk: Cezayir ve Vietnam savaşları. Ardından ‘68 kuşağındaki ayaklanmalar ve buna bağlı yeni deneyimler geldi. Ama bütün bunlar aynı dilin ve aynı fikirlerin içinde gelişmişti: Klasik Marxizmin dili. Artık klasik Marxist söylemin dışına çıkmamız lâzım.

>> 1968’deki hayallerinizle bugünkü hayallerinizi karşılaştırdığınızda ne gibi benzerlikler ve farklılıklar görüyorsunuz?

Daha genç olduğum zamanlarda sahip olduğumuz hayalleri gerçekleştirebileceğimizi düşünüyordum. Bugün ise yeni hayaller yaratmamız gerektiğini düşünüyorum. 1960’larda genel bir programımız vardı; veya biz böyle düşünüyorduk. Devrimci bir program hayatımızdaydı. Bu programı gerçekleştirmek için de imkânlara sahip olduğumuzu düşünüyorduk. Bugün ise eski programımızın işe yaramadığını görmenin sıkıntısı var. Tam da bu yüzden yeni bir program yaratmamız lazım. Aslında Lenin’in değil Marx’ın durumunda gibiyiz. Bir şeylere en başından başlamamız gerekecek. Halbuki Lenin bir şeyin uygulaması kısmındaydı.

About onurerem

journalist @ birgün newspaper. twitter.com/onurerem
Bu yazı Söyleşi içinde yayınlandı ve , , , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s