—
Boğaziçi Üniversitesi’nde değişim öğrencisi olan Nadine Heffels, okuldaki işgal izlenimlerini ve ülkesindeki işgal tecrübelerini anlatıyor: ‘Köln’de üniversitenin en büyük dersliğini bir aydan uzun süre işgal ettik. Sonunda taleplerimiz kısmen gerçekleşti. Şehir merkezinde geçen yıl işgal ettiğimiz bir banka binası ise artık bizim oldu, çok güzel bir atmosfer yarattık’
ONUR EREM
Nadine Heffels, Köln Üniversitesi’nde sosyal antropoloji okuyor. Ağustos ayında Türkiye’ye Erasmus öğrencisi olarak gelen Nadine, Almanya’da bina ve üniversite işgallerine katıldıktan sonra Boğaziçi’ndeki işgale de katılmış. Nadine ile bütün işgal tecrübeleri üzerine konuştuk:
>> Köln’de de benzer üniversite işgalleriniz olmuş muydu?
Evet, iki yıl önce Kasım ayında bir protesto örgütlemiştik. Aslında aynı anda Almanya’nın her üniversitesinde örgütlenen bir protestoydu bu. Alman hükümeti bir yasa çıkararak 5 yıllık üniversite eğitimini 4 yıla indirmiş, dönemlik ders sayısını 3’ten 11’e çıkarmış ve dönem başına 500 avro para ödememiz gerektiğini ilan etmişti. O güne kadar devlet üniversiteleri tamamen ücretsizdi. 5 yıllık eğitimde ders seçimi konusunda daha serbesttik. Federal bir devlet olduğumuz için eyaletler bu yasayı uygulayıp uygulamama seçeneğine sahipti, ama onlar da uygulamaya hevesliydi. Bir diğer talebimiz ise imza sisteminin değiştirilmesiydi. Almanya’da her derste imza atmak gerekiyordu ve 2 derste imza atmayınca dersten kalıyorduk.
Eylemimiz ilk başta bir sokak eylemi olarak başladı. Birkaç bin öğrenciyle birlikte yürüyüş düzenledik. Yürüyüşün ardından Köln Üniversitesi’nin en büyük amfisinde bir toplantı yaptık. Toplantıda sadece sokakta gösteri yapmanın yeterli olmadığına karar verdik ve amfiyi işgal etmeye karar verdik. İşgal boyunca oradaki dersler iptal edilmek zorunda kaldı.
>> Nasıl bir atmosfer vardı işgalde?
Çok güzeldi. Profesörler ve doçentler de bizden etkilendiler ve bizi desteklediler. Bazıları gelip aramıza katıldı ve bize amfide dersler verdi. Müzik grupları konser verdi.
Orada uyuyor, orada yatıyor, orada şarkı söylüyorduk. Neredeyse her konu hakkında uzun uzun tartışıyorduk.
>> Ne kadar sürdü işgaliniz?
2-3 hafta boyunca orayı işgal ettik. Ardından polis geldi. En az 20 araba dolusu polis geldi. Biz de taleplerimiz yerine gelmeden çıkmayacağız dedik. Oturduğumuz yerden zorla kaldırarak götürdüler bizi.
Polis geldiği anda içeride sadece 50 kişi vardık. Ama polisin geldiğini duyan arkadaşlarımız da bize destek için dışarıda toplanmaya başladılar. Böylece dışarıda da yaklaşık 600 kişilik bir grup oluştu.
Polis bizi zorla çıkardıktan sonra biz de bu kalabalıkla birlikte yürümeye başladık. Almanya’da izinsiz gösteri yasak olmasına rağmen yolları kapatarak yürüyorduk. Yürüyüşün sonunda ise başka bir amfiye girip orayı işgal ettik. O da yaklaşık bir ay sürdü.
Bir ayın sonunda rektör geldi ve “tamam artık, bu amfiyi size veriyorum” dedi. O andan itibaren bize verilmiş bir alanda kalmanın işgal olup olmadığını tartıştık, sonra da araya Noel tatili girdi ve herkes evine geri döndü. Noel’den sonra bir daha toplanamadık. Zaten bir çok insan yorulmuştu. Bütün dönem işgal mekanında kalınca ders çalışamıyorduk, aynı sorunu Boğaziçi’ndeki işgalciler de yaşıyor.
>> Taleplerinizin içinde gerçekleşenler oldu mu hiç?
Evet. Artık her dönem 500 avro ödememiz gerekmiyor. Bizim bölgemizdeki son seçimleri sosyalistler kazandı ve onlar da bu yasayı durdurma kararı verdiler.
>> Köln’deki işgalinizi Boğaziçi ile karşılaştırdığında neler söyleyebilirsin?
Boğaziçi’nde daha az insan katılıyor işgale. Ayrıca bir kafe ile bir dersliği işgal etmek arasında önemli farklar var. Biz dersliği işgal ederek okulun işleyişini tıkadık. Ama bir kafe işgal etmek aynı etkiyi yaratmıyor. Köln’de hocaların desteği de daha belirgindi. Çoğu gelip bizi destekliyordu, rektöre baskı uyguluyordu. İki işgalin de kendine özgü yönleri var, ikisini karşılaştırıp biri daha iyi demem doğru olmaz.
>> Bir antropoloji öğrencisi olarak birinin daha iyi olduğunu söylesen şaşardım zaten. Bu arada medya ne kadar yer verdi işgalinize?
Kesinlikle Boğaziçi’ndeki kadar çok değil. Starbucks ilk gün gazeteye çıktı. Almanya’da ise 80 farklı üniversitede işgal olmasına rağmen ancak 2 hafta sonra gazeteciler kampüse geldi. Böyle büyük bir eylemin 2 hafta görülmemesi kesinlikle kasıtlıydı. Biz bu eylemi Avusturya ve İsviçre’deki öğrencilerle aynı anda yaptık, oradaki öğrenciler de medyanın ilgisizliğinden şikayetçiydiler.
>> Köln’de katıldığın işgal evini anlatabilir misin? Ne zaman başladı, nasıl bir yeri işgal ettiniz?
16 Nisan 2010’da başladı işgal. Sperkasse bankasına ait bir binayı işgal ettik. 15-20 yıldır boş duruyordu bu bina. İşgali başlatan hareket ise Piranja adlı bir hareketti. Köln belediyesinin kültürel etkinliklere yeterince para ayırmamasından şikayetçilerdi. Belediyenin tiyatrolara finansal desteğini sonlandırmasıyla tiyatrolar kapanmıştı. Burayı işgal ederek sanat ve yaratıcılıkla doldurabileceğimiz boş bir alan yaratmak istedik. Herkesin katılabileceği kolektif bir ortam oluştu. Tabii ki hiyerarşik bir yapımız da yoktu. Starbucks işgalindekilere benzer şekilde çalışma grupları aracılığıyla ihtiyaçlarımızı karşılıyorduk.
>> İşgal mekanı nasıl bir yapıya sahipti? Burayı nasıl kullandınız, neler düzenlediniz?
Bina gerçekten büyüktü. Sayısız oda vardı içeride. Büyük bir mutfak, devasa bir yemek salonu, sinema odası, bir dişiler bir de erkekler için uyuma odası, parti odası, bar, kadınlar odası, seminer odası, masa tenisi odası gibi bir çok oda yarattık biz de. Bunun dışında bütün odalara yayılan ve sürekli olarak güncellenen sergiler vardı.
Bir süre sonra akademisyenler, yazarlar da aramıza katıldı ve bize “finansal sistemi nasıl değiştirebiliriz”, “iklim değişikliği ve sonuçları” gibi konularda seminerler vermeye başladılar. Seminerleri verenler yalnızca onlar değildi, bir konuda bilgisi olan insanlar bu bilgiyi seminerlerle paylaşıyordu. Seminlerler de herkese açıktı. O mekan sayesinde bir çok grup bir araya gelme fırsatı buldu. Örneğin ben, haftada bir siyasal tiyatro grubumla buluşuyordum. Sanat grupları, dans grupları, müzisyenler, toplumsal örgütler orada bir araya geliyordu.
>> Devletle, polisle ve Sperkasse bankasıyla nasıl sorunlar yaşadınız?
Bu süreçte devletle, binanın sahibi olan bankayla ve polisle sayısız sorun yaşadık. Polisin geleceğini her duyduğumuzda toplayabildiğimiz kadar insanı binanın içine toplayıp kapılarımızı kapattık. Polisin içeri girmesine izin vermedik. Bir çok kere banka yönetimiyle toplantı düzenledik, böyle bir mekanın neden gerekli olduğunu konuştuk. 10 ayın sonunda banka bizim ciddi olduğumuzu anladı ve mekanı bize yüksek bir fiyata kiralamayı teklif etti. Bunu reddettikten sonra daha düşük bir teklif sundular, onu da reddettik. Bu noktadan sonra ayrılarak Boğaziçi’ne Erasmus öğrencisi olarak geldim, ama geldikten sonra duydum ki yasal süreçlerin ardından mekanın mülkiyetini ele geçirmeyi başarmışız. Artık orası bankaya değil, bize ait.
>> Mahallenizle, komşularınızla aranız nasıldı?
Genel olarak mutlular, çünkü onlara da bir çok katkımız oluyor. Ama ara sıra gürültüden şikayet ettikleri de oluyor.