Bu yazıyı BirGün Dış Haberler Editörü Can Semercioğlu ile birlikte seçim öncesinde yayınlamıştık gazetede ama siteme koyması bugüne kaldı…
—
2000’lerin başında, özellikle de 11 Eylül saldırılarının ardından Avrupa’da yükselişe geçen aşırı sağ 2008’deki ekonomik krizin ardından büyük bir sıçrayış gerçekleştirdi. Eskiden kimsenin ciddiye bile almadığı aşırı sağ partiler Hollanda’nın yanı sıra Fransa, Avusturya, Danimarka, Macaristan, Belçika, Hollanda, Finlandiya ve İtalya’da da meclise girmeye ve koalisyon ortağı olmaya başladı. 2000’lerin başından beri dünyada yükselen İslamofobiyi bir oy aracı haline getiren bu partilerin yükselmesinde merkez sağ ve merkez sağ partilerin yakınsayan liberal politikalar nedeniyle halkın solda olduğu kadar sağda da daha radikal partilere yönelmesi yatıyor.
Bugün gerçekleşecek seçimlerde merkez sağın en büyük partisi olan Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi’nin (ÖDHP) oylarını bir miktar arttırması buna karşılık aşırı sağcı Özgürlük için Parti ve Hristiyan Demokrat Parti’nin bir miktar oy kaybetmesi bekleniyor. ÖVHP’nin yüzde 20, diğer iki partinin de yüzde 10 civarında oy alması bekleniyor. Solda ise hem sosyal demokrat İşçi Partisi’nin, hem de anti-kapitalist Sosyalist Parti’nin oylarını arttırarak sırasıyla yüzde 20 ve yüzde 15 oy alması bekleniyor.
—
Sosyalist Parti (Can Semercioğlu)
Hollanda’da Sosyalist Parti, AB’nin ekonomik yaptırımlarına karşı çıkarak bugünkü seçimlere arkasına halk desteğini alarak katılıyor. Sosyalist Parti, Yunanistan’daki SYRIZA’nın bir benzeri
Avrupa’da ekonomik krizin etkileri sürerken, halk da krizin oluşmasına sebep olan kemer sıkma politikalarına karşı duran siyasi partileri destekliyor. Genellikle sol eğilimli radikal partileri destekleyen halk çözümün Avrupa Birliği’nin dayattığı önlemlere boyun eğmemekte olduğunu düşünüyor. Hollanda’daki Sosyalist Parti (SP) de bunlardan biri. Özellikle Yunanistan’da Radikal Sol Koalisyon SYRIZA’nın seçimlerde büyük bir başarı kazanmış olması da 2010 yılında Hollanda’daki en büyük grevi yapan SP’nin yükselişe geçmesinde önemli bir faktör. SP, 2006 seçimlerinde 25 sandalye kazanarak üçüncü parti konumuna gelmişti.
BİR ‘21. YÜZYIL SOSYALİZMİ PARTİSİ’
Partinin sembolü ise domates. Domatesin anlamı ise ülkede muhaliflerin siyasetçilere fırlattığı politik bir araç olması. SP, daha çok Yunanistan’daki SYRIZA ve Fransa’daki Front de Gauche (Sol Cephe) gibi koalisyon örgütlerinden bir tanesi. Maoist gelenekten gelen partide sol ekseninde ortaklaşan birçok bileşen bulunuyor. Partinin temel siyaseti de yine bu koalisyon partilerinin “21. yüzyıl sosyalizmi” ile örtüşüyor. Diğerleri gibi SP de yüksek vergileri, büyük bir ekonomik yeniden bölüşümü, çevresel sürdürülebilirliği ve sağlık ve eğitim için artan bir finansmanı siyasetinin temeline oturtuyor.
Bugün yapılacak seçimlerde şu anda parlamentoda 15 sandalyesi bulunan SP, halkın büyük desteğini arkasına almış görünüyor. Ülkeye dayatılan önlemlerden ötürü halk yaşam koşullarının kötüleştiğini söyleyerek bu politikalara karşı duran ve eşitlikçi bir hayat sunan SP’nin kendilerini kurtaracağını düşünüyor. Hollanda’da yapılan son anketler de halkın yüzde 80’inin kemer sıkma önlemlerinin bir an önce kaldırılmasını istediğini gösteriyor. Yapılan son anketlerde yüzde 14 ile 17 olarak değişen oy oranına sahip olan SP’nin güçlenerek 21 koltuk kazanması tahmin ediliyor.
HOLLANDA’YI HALK DEĞİŞTİRECEK
Partinin genel başkanı Emile Roemer, güzel ve zengin bir ülke olan Hollanda’da bu bolluğun bütün halka inmesi gerektiğini söylüyor. Partinin internet sitesinde Roemer, hükümetin şirketlerin ve piyasanın kısa dönemli kârını düşündüğünü ve toplumun çıkarları adına adım atmaktan kaçındığını belirtiyor. “Bütün bunlar değişmeli” diyen Roemer, “Halka ait olan sağlık, eğitim ve diğer kamu hizmetlerini korumamız önemli. Bir değişim olacak ve bunu halkın kendisi yapacak” diye konuşuyor.
HALK İÇİN, KAMUSAL BİR HAYAT
Roemer, partinin krizden çıkış ve toplumcu ekonomi anlayışını da özetliyor. Bürokratik kuruluşlardan ve oldukça pahalı olan gereksiz yönetim mekanizmalarından kesintiler yapacaklarını söyleyen Roemer, bu şekilde yüksek ilaç fiyatlarını oldukça düşürebileceklerini ifade ediyor. Yüksek gelir kazananlarla ve vergi kaçakçılığı yapanlarla mücadele edeceklerini belirten Roemer, “Ortalıkta düşmanımız yokken savaş uçağı almayacağız” diye konuşuyor. Öte yandan ülkedeki kesintilerin de halkın hayatını kötüleştirdiğini belirten Roemer, şirketlere daha az para ödeyip bu parayı işçilerin en temel haklarını almaları için harcayacaklarını, zenginlerden daha çok vergi alıp, işçilerden çok daha az vergi alacaklarını söylüyor. Roemer, krizden çıkış planına ek olarak, herkesin erişebildiği bir sağlık hizmeti öngörüyor. Bunun yanında, nitelikli bir eğitim planı hazırlayacaklarını söylüyor. Roemer, bunun ülkenin çok acil ihtiyacı olan mühendis, doktor ve araştırmacı eksiğini kapayacağını düşünüyor.
AB’NİN SORUNU PARA BİRİMİ DEĞİL
SP, Avrupa Birliği’ne de sıcak bakmıyor. AB’den çıkma taraftarı olmayan SP, AB’ye daha az para göndereceklerini söylüyor. Roemer, AB’nin ülkeden yaptığı kesintilerin ekonomi ve iş alanında felaketler yarattığını ifade ediyor. Roemer, patron rolü oynayan Brüksel’in birçok konuda hayatı olumsuz etkilediğini de söylüyor. Avro konusunda da ülkedeki birçok kişinin olduğu gibi SP de avroya girilmesine karşı çıkıyordu. Ülkede AB’ye destek 2010’da yüzde 76 iken, bugün yüzde 56’ya düşmüş durumda. Roemer, sorunun para birimi değil halk olduğunu söylüyor. Sosyalist lider buna ek olarak güvenli, barışçıl, sosyal ve demokratik bir Avrupa olduğunu belirtiyor.
—
AŞIRI SAĞ (Onur Erem)
Kriz döneminde kötü gidişatın sorumlusu olarak göçmenleri ve Müslümanları göstererek kısa sürede oyunu arttıran Özgürlük için Parti, hükümeti düşürmesinin bedelini anketlere göre sandıkta sandalye kaybederek ödeyecek
Hollanda’daki aşırı sağın en büyük partisi Özgürlük için Parti (ÖP). Yaptığı radikal açıklamalarla dikkat çekmeyi başaran Geert Wilders’in 2005 yılında kurduğu ÖP bir yıl sonraki genel seçimde yüzde 6 oy ile 150 sandalyeli mecliste 9 sandalye almayı başarmıştı. ÖP’ün meclise girmesine şaşıranlar bir sonraki seçimde çok daha büyük bir şok yaşadı. Parti 2010 seçimlerinde oyunu katlayarak yüzde 15.5 ile 24 sandalye kazanmış ve koalisyon ortağı olmuştu.
Wilders 2005 yılındaki Avrupa Birliği Anayasası referandumunda da “hayır” kampında yer almış ve halkın anayasayı reddetmesine yol açan liderlerden biri olmuştu. Söyledikleri o kadar etkiliydi ki, oylanan anasada Türkiye’nin AB üyeliğini kolaylaştıracak bir madde olmamasına rağmen “hayır” diyenlerle yapılan ankerlerde “Türkiye’nin AB’ye üye olmaması için hayır dedim” seçeneği bir numarada yer almıştı.
Wilders’in Türkiye karşıtlığının kökeninde yatan şey ise İslam karşıtlığıydı. Hollanda Avrupa için en büyük tehdit olarak gördüğü İslam’ın mümkün olabildiğince kıtadan uzaklaştırılmasını savunan ÖP lideri Kuran’ın yasaklanması, cami inşaasına izin velmemesi, Müslüman ülkelere yapılan insani yardımların durdurulması, türban veya çarşaf giymenin yasaklanması, Müslüman ülkelerden göçmen alımının durdurulması, ılımlı veya aşırı ayrımı yapmadan bütün Müslüman göçmenlerin ülke dışına geri gönderilmesi ve hatta tehdit olarak görülen Müslümanların aynen İsrail’de olduğu gibi süre limiti olmadan gözaltında tutulabilmesini savunuyordu. ÖP sadece Müslüman ülkelerden gelen göçmenlere değil, aynı zamanda yeni AB üyesi olan Doğu Avrupa ülkelerinden gelen göçmenlere de kesinlikle karşı. Wilders’in çoğu söylemi, Norveç’te 77 kişiyi öldürüp 242 kişiyi yaralayan Anders Behring Breivik’in düşünceleriyle paralellik içinde.
Wilders’in adı 2008’deki Fitna filmiyle tekrardan Avrupa medyasının gündemine oturmuştu. ÖP’ün doğrudan desteklediği Fitna, “Müslümanların vahşetini ve Batı kültürü ile uyuşmazlığını” İslamofobik ve göçmen karşıtı bir dille anlatıyordu. Avrupa’daki sol örgütler bu filmin nefret söylemi nedeniyle cezalandırılmasını isterken Müslüman ülkeler filme karşı büyük gösteriler düzenledi. Hatta El Kaide, Wilders’i tehdit eden bir fetva yayınladı.
Bütün bu sansasyonel hareketleriyle sürekli medyada kendine yer bulan ÖP’ün bir diğer özelliği de Avrupa Birliği karşıtlığı. Ulusal hükümetlerin AB’ye devrettiği güçlerini geri almasını savunan Wilders, Hollanda’nın AB’ye aktardığı kaynağı da durdurarak bunu ülke içinde azaltılmasını istediği vergilerin boşluğunu doldurmak için kullanmak istiyor.
2010 seçimlerinin ardından Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi’nin (ÖDHP) koalisyondaki küçük ortağı olan ÖP, Nisan ayında hükümetin kemer sıkma politikalarını protesto ederek koalisyondan çekildi ve hükümeti düşürdü. O günden beri popülist söylemlerini yoğunlaştıran ÖP’ün bugünkü seçimde oy oranının az da olsa düşmesi bekleniyor. Nedeni ise Hollanda halkının ÖP’ü ülkeyi 2 yıl içinde ikinci seçime götürmesinden duyduğu memnuniyetsizlik.
Hollanda’da siyasal partilere devlet yardımı verilse de Wilders bu uygulamayı “vergi mükelleflerinin parasının desteklemedikleri bir partiye gidebileceği” gerekçesiyle eleştiriyor. Bu nedenle devlet yardımı almayı reddeden ÖP tamamen kendi kaynaklarıyla ayakta duruyor. Bu kaynakların ne olduğu ise belirsiz. Zira ÖP, devlet yardımı almadığı için finansal şeffaflık zorunluluğu bulunmuyor. Son çıkan haberler, ÖP’nin ABD’deki İslam karşıtı ve İsrail yanlısı lobi gruplarından her yıl milyonlarca dolarlık yardım aldığını ortaya çıkarsa da ÖP bu konuda bir açıklama yapma mecburiyetleri olmadığını ifade ediyor.