Göçmenlerin Avrupa’ya ilk adımı: Türkiye
ONUR EREM 04.12.2013
Eski Dünya’da savaşlar, yoksulluk ve açlıktan kurtulmak için evlerini terk etmeyi göze alan insanların genellikle varmak istedikleri kıtadır Avrupa. Bu aralar krizlerle boğuşsa da dünyanın geri kalanına göre refah seviyesinin yüksek olması yüzünden AB ülkelerine her yıl yaklaşık 1.5 milyon göçmen geliyor. Avrupa Komisyonu verilerine göre 2011 yılında yaklaşık 800 bin göçmen AB ülkelerinde yurttaşlık almayı başardı. Ancak bütün göçmenler onlar kadar şanslı değil. Aynı yıl, Avrupa’ya ulaşmaya çalışan 1.500 insanın umutları, hayatlarıyla birlikte Akdeniz’in derin sularında son bulmuştu.
Suriye’deki iç savaş başta Türkiye ve Yunanistan olmak üzere tüm Avrupa’ya doğru büyük bir göçmen dalgası yarattı. Türkiye ve Savaştan kaçarak Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin sayısı yüzbinlerle ifade ediliyor. Ekim ayı resmi tahminlerine göre Türkiye’de en az 600 bin Suriyeli göçmen bulunuyor. Onların 200 binine sınır kentlerinde kurulan toplam 21 kampta barınma imkanı sağlanabilirken 400 bini ise büyük kentlerin kenar mahallelerinde var olma mücadelesi veriyor. İstanbul’daki merdivenaltı tekstil atölyeleri bu çaresiz insanları asgari ücretin yarı fiyatına çalıştırabiliyor.
AB’ye düzensiz yollardan giriş yapan göçmenlerin neredeyse yarısı Türkiye’nin Trakya’daki sınırlarını kullanıyor. Ancak kara sınırından geçişler her yıl zorlaşıyor. Yunanistan’ın sınırda aldığı önlemler, teller ve termal kameralar göçmenlerin yakalanıp Türkiye’ye iade edilimesine yol açıyor. Türkiye’nin göçmenlere karşı insanlık dışı tutumu da bu uygulamayı değiştirmiyor. Afrikalı Festus Okey’in karakolda polisler tarafından öldürülmesi veya 5 göçmenin 2011 kışında sınırı geçmek için yerde emeklemekten elleri ve ayaklarının donmasına rağmen hastanede tedavi edilmeyip morgda bekletilmesi hafızalardan çıkmış değil. Kara sınırında önlemlerin artırılmasıyla birlikte göçmenlerin daha çok tercih etmeye başladığı rota olan Ege Denizi ise daha tehlikeli. İnsan tüccarlarının para karşılığında ufacık gemilere doldurdukları bu göçmenlerin gemilerinin batması, boğularak veya deniz ortasında susuzluktan ölmesi Türkiye’de sıklıkla duyduğumuz haberler haline geldi.
AB’NİN HAVUCU: GERİ KABUL
Amsterdam Vrije Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde “AB Sınırlarında Göçmen Ölümleri ve Devletlerin Sorumluluğu” projesinin koordinatörlüğünü yapmış Orçun Ulusoy’a göre sınırlarda yaşanan bu trajedilerin en büyük etkeni “AB’nin dış göç politikalarında insan hakları perspektifinden ayrılarak, güvenlik odaklı yaklaşımı benimsemesi”. AB’nin Türkiye yurttaşlarına vize muafiyeti için şart koştuğu bu anlaşmaya göre Türkiye üzerinden AB ülkelerine giden herhangi bir ülke vatandaşı da Türkiye’ye iade edilecek. Türkiye ise 1951 Cenevre Mülteci Sözleşmesi’ne koyduğu coğrafi kısıtlama nedeniyle yalnızca Avrupa ülkelerinden gelen kişilere mülteci statüsü tanıdığı için iade edilen göçmenlerin büyük bir kısmı ülkelerine veya Türkiye’ye giriş yaptıkları ülkeye iade edilme tehlikesiyle karşılaşacak. Yalnızca BM aracılığıyla göç kabul eden 5 ülkeden birine başvuru yapma hakkı kazananlar geçici bir süreliğine Türkiye’de bulunma hakkı kazanacak ve başvuru süreci olumsuz sonuçlanırsa onlar da aynı sonuçla yüzleşecek. İade edildikleri ülkelerde karşılaşabilecekleri kötü muamele ise kimsenin umrunda değil. Orçun Ulusoy’un yanı sıra Mültecilerle Dayanışma Derneği ve İktisadi Kalkınma Vakfı da yaptıkları açıklamalarla geri kabul anlaşmasını hem göçmen hakları açısından hem de Türkiye’ye getireceği ekonomik, sosyal ve idari yük açısından eleştiriyor.
Gelişmiş ülkeler finanse ettikleri ve hatta silah satışları sayesinde para kazandıkları savaşlardan kaçan insanları kabul etme konusunda her zaman isteksiz oldu. Küresel ekonomik politikalarla yoksulluğa ve açlığa mahkum edilen üçüncü dünya ülkelerinde yaşayan kitleler için de tutumları hep aynıydı. İşte bu yüzden sorgulamaya devam etmeliyiz: Sermayenin ve ürünlerin serbestçe dolaştığı bir dünya için bastıran bu gelişmiş ülkelerin insanların serbestçe dolaşımını kısıtlaması ne kadar meşru?