Stratfor Kurucu Başkanı Friedman Avrupa’ya seslendi: Yalnızca radikal İslam’a savaş açmak imkansız, ya İslam’a karşı savaşacaksınız ya da öldürülmeyi bekleyeceksiniz
15.01.2014 ONUR EREM @onurerem
CIA’in gölge kuruluşu diye tanımlanan ABD’li düşünce kuruluşu Stratfor, Charlie Hebdo krizi üzerinden Avrupa’nın İslamla ilişkisinin geleceğini değerlendiren bir makale yayınladı. Stratfor Kurucusu Başkanı George Friedman tarafından kaleme alınan yazıda Avrupa’da Hristiyanlık ve İslam’ın tarihinden geleceğine kadar geniş kapsamlı değerlendirmeler yer alıyor. ABD ve Avrupa’daki üst düzey yöneticiler ve devletlerin kararlar üzerinde büyük etkisi olan Friedman’ın yazısı bu nedenle önem taşıyor. “İki Dünyanın Savaşı” adlı makalenin satırbaşları şöyle:
İslam Avrupa’yı biri İberya’dan, diğeri de Balkanlar’dan olmak üzere iki kere işgal etti. Hristiyanlık da önce Osmanlı’yı Avrupa’dan kovarak, sonra da Kuzey Afrika’dan başlayan işgal dalgasıyla İslam dünyasını defalarca işgal etti. İki din de birbirini domine etmek istedi, iki din de hedefine çok yaklaştı ama başarısız oldu. Çoğu insan unutsa da, müttefik olduğu zamanlar da vardı: Örneğin Osmanlı Türkiyesi ile Venedik’in ittifaki gibi.
Şu an yaşadığımız kriz, Avrupa’nın 2. Dünya Savaşı sonrasında Kuzey Afrika’da hegemonyasını yitirmesi ve ucuz işçi ihtiyacı duyması ile başladı. Emperyal ilişkilerini dönüştürme şekilleri, bu durumda Müslüman ülkelerden ucuz işçi almalarını kaçınılmaz kıldı. Fakat Avrupa’ya gelen Müslümanlar kültürel bir dönüşüm yaşamak veya Fransız olmak için gelmedi, çalışmak ve para kazanmak için geldi.
Durumu daha da karmaşık kılan şey ise Avrupa’nın artık Hristiyanlık kültürünün hegemonyasında olmaması. Artık egemen doktrin olan sekülarizm kamusal alan ile özel alan arasına radikal bir çizgi çeker ve dini özel hayata hapseder, insanlara özel hayatlarında dilediği şeye inanma özgürlüğü verir. Fakat bu tüm problemleri çözemez. Bazı inançlar, diğer inançlarla kamusal alanda ortak bir nokta bulmayı reddeder. Bazıları ise doğrudan kamusal-özel alan ayrımını kabul edilemez olarak görür. Avrupa sekülarizmin ana doktrinlerini kabul etmeyen, hatta açıkça reddeden kişileri de davet etmiş oldu.
Dilimizde, Paris’teki katliamın sorumluluğunun İslam’da mı, İslam’ın bir yorumunda mı veya yalnızca tetiği çekenlerde mi olduğuna dair içsel bir belirsizlik var. Bu, yaftalamaktan kaçınan sekülarizmin evrensel bir sorunudur. Sekülarizm sorumluluğu bireye vererek ulusları ve dinleri sorumlu tutmama eğilimindedir. Bu eğilim yanlış olmak zorunda değil, yalnızca tetiği çekenleri suçlayıp aynı inanca sahip insanlara dokunmayarak savunulabilir bir etik yargıya varılabilir. Lâkin pratik açıdan, böyle davranarak ne zaman olacağı belirsiz saldırılara karşı savunmasız kalırsınız ve kolektif bir sorumluluk atfedememiş olursunuz. Bu saldırıdan bütün Müslümanlar, hatta Müslümanların çoğu sorumlu değildi. Fakat bu saldırıyı gerçekleştiren Müslümanlar, Müslümanlar adına konuşan Müslümanlardı. Bu durumda, bu sorunu çözmenin Müslümanların ödevi olduğunu söyleyenler çıkabilir. Fakat ya çözmeyi reddederlerse? Ahlaki tartışma böyle çıkmaz tartışmalara götürüyor bizi.
Bu çıkmaz, Avrupa’nın gizli sırrıyla karışmış durumda: Avrupalılar Türk veya Kuzey Afrikalıları Avrupalı olarak görmüyor ve Avrupalı olmalarına izin vermiyor. Avrupa’nın liberal bir alternatif olarak sunduğu çokkültürlülük konsepti ise ayrışma ve gettolaştırmaktan başka bir işe yaramadı. Müslümanlar Fransa’ya Fransız olmak için değil, iş bulup para kazanmak için gelmişlerdi.
Bugün Müslümanların tamamı olmasa bile tehlike oluşturacak büyüklükteki bir kısmı bu saldırıları onaylıyor ve bu şiddet eğilimi hem Batılılar hem de cihatçı olmayan Müslümanlar için kabul edilemez. Ama Batılıların öldürmeyi düşünen Müslümanlarla öldürmeyi düşünmeyen müslümanları birbirinden ayırması mümkün değil. Müslüman topluluğu bu ayrımı kendi içinde yapabilir ama 25 yaşındaki bir ABD veya AB polisi bunu yapamaz. Müslümanlar da kendi içinde bu şiddet eğilimine karşı müdahale etmek istemiyor veya edecek gücü yok. Bu yüzden savaş durumunda bırakılıyoruz. Fransa Başbakanı Manuel Valls bu savaşı “radikal İslam’a karşı savaş” olarak tanımladı. Ama radikal İslamcıların alnında kendilerini diğer Müslümanlardan ayırt etmemizi sağlayacak bir işaret yok. Bu yüzden dünya ya periyodik saldırıları kabul etmek ya da bütün Müslüman toplumunu, aksi kanıtlanmadıkça bir tehdit unsuru olarak görmek zorunda. Bu berbat bir seçim, ama tarih verilmek zorunda kalınan böyle berbat seçimlerle dolu. Radikal İslamcılara savaş ilan etmek Sartre’cılara savaş açmak gibi, saldırmadan önce nasıl tanıyacaksınız?
Bu nedenle İsrail yok edilse, Irak’a barış gelse bile bu sorun varolmaya devam edecek. Müslüman ülkelere sekülarizmin yayılacağı da yok. Radikal İslamcıları Müslümanlardan ayırmanın imkansızlığı Avrupa’ya başka seçenek bırakmıyor. Öte yandan paradoksal olarak bu tam da radikal İslamcılar’ın istediği şey, böylece Kuzey Afrika ve Türkiye’deki konumlarını güçlendirecek. Akdeniz sınırı İslam ve Hristiyanlık’tan önce de bir çatışma alanıydı, sonra da öyle kaldı. Coğrafyaya kök salmış çatışmaların çözülebileceğini düşünmek bir yanılsamadır. Bir gün masanızda çalışırken öldürülme korkusunu reddedecek kadar felsefi olmak da yanlıştır. Çözümsüz bir noktadayız ve alabileceğimiz kararların tümü berbat kararlar. Şu an bir savaş durumunda olduğumuzu reddetmek güneşi balçıkla sıvamaya çalışmaktır.