Cumhuriyet gazetesi matbaasının, Charlie Hebdo seçkisini yayınlaması nedeniyle mahkeme kararı olmadan basılması akıllara Demokrat Parti döneminde uygulanan yayın yasaklarını getirdi. Geri dönüp o dönemde neler yaşandığına ve günümüzle benzerliklerine bakalım
ŞUBAT 2015 FİL DERGİSİ ONUR EREM @onurerem
“Basın artık söz söyleyemeyecek noktaya getirildi. Hükümet siyasi hayatı öfke ve kinle doldurdu. Yayın yasakları siyasi amaç için kullanılır oldu. Bugün vatanımızda çekilen sıkıntıların, dertlerin büyük bir sebebi de, basının söz söyleyemeyecek hale getirilmesidir. Hakikati söyleyen dil kalmamıştır. Vatandaşın parası ile siyasi kudret sahiplerinin propagandasını yapılıyor. Basının dili kesilmiştir. İyi bir idare geldiği zaman ilk işi, doğruyu söylemek yüzünden eziyet çekmiş basın mensuplarına hürmet hissini açıklamak olmalıdır. Yayın yasakları nedeniyle bu ülkede ne basın hürriyeti var demektir, ne de adalet var demektir. Adalet meselesi oyuncağa gelmez. Bir ucunda doğru yoldan ayrılma oldu mu başına gelecek felaketlerin sınırı olmaz”.
Yukardaki sözler CHP Genel Başkanı’nın. Son dönemde artan yayın yasaklarına tepkisini ifade ediyor. Kemal Kılıçdaroğlu değil İsmet İnönü, 9 Mayıs 1958’de. Erdoğan ve AKP’nin Menderes ve Demokrat Parti’yi sahiplenmesi boşa değil: DP 10 yıllık iktidarının son dönemlerinde yayın yasaklarını katlayarak artırmıştı, AKP de 12 yılını doldurduğu iktidarının son döneminde aynı yolu izliyor. 58 yıl geriye gidip, DP’nin yayın yasaklarına bir bakalım:
DP, yasal altyapısını hazırladığı ancak kullanmaya ihtiyaç duymadığı yayın yasağı silahını 1957 yılında kılıfından çıkarınca CHP kanadından hemen tepki gelir. “Memleket çapında bazı hadiselerin basına aksettirilmemesi yolunda alınan kararları Büyük Millet Meclisi’ne götürmek niyetindeyiz. Basın Kanunu’nda yapılan son tadilatta, şimdiye kadar tatbik edilmediği için dikkati çekmeyen neşir (yayın) yasağının ne kadar mühim olduğu bir kere daha anlaşılmıştır” der dönemin genel sekreteri Kasım Gülek. Ancak meclisteki DP çoğunluğu CHP’nin elini kolunu bağlamaktadır.
Yayın yasakları iki yıl boyunca artarak devam eder. Temmuz 1959’da gazeteler “Son üç ay zarfında onuncu neşir yasağı, sekizi CHP ile alakalı” başlığıyla artan yayın yasaklarına dikkat çeker. Yasağa uymayan gazetecilere, bugün olduğu gibi, davalar açılır. Eylül 1959’da ise İzmir’den bir haber toplu gazeteci yargılamalarını konu alır: “Dün kentimizde neşir yasaklarına uymamak gibi suçlardan 22 gazeteci yargılandı. Üç gazeteci daha hapis cezalarına çarptırıldı”.
Yayın yasaklarının etkisi elbette Türkiye içinde kalmış değildi. Basın özgürlüğünü korumak amacıyla 1950’de kurulan Viyana merkezli International Press Institute, dönemin Türkçesiyle Beynelmilel Basın Enstitüsü sık sık Türkiye’de hükümetin basına uyguladığı baskıları eleştiriyordu. Ancak örgütün her açıklamasına yayın yasağı geldiği için bu açıklamaları haberleştirmek mümkün değildi. Öyle ki, 18 Aralık 1959’daki açıklamaya yayın yasağı getirmek akşam saatlerine bırakınca Demokrat İzmir gazetesi çoktan baskıyı tamamlamış, dağıtıma çıkmıştı. Gazete toplatıldı. Diğer gazetelerin matbaalarına ise polis baskını yapıldı, haberler manşetlerden son dakikada çıkartıldı. Bunun sonucu ise gazete manşetlerinde büyük beyaz boşluklardı. Gazeteler 20 Aralık 1959’da, önceki gün neden boş sayfalarla çıktıklarını okuyuculara anlatmaya çalışıyordu. Yabancı basın da aynı tarihlerde bu duruma yer vermiş, 1954’te Menderes yönetiminin çıkardığı Basın Kanunu nedeniyle beş yılda 200’den fazla gazetecinin hapse atıldığını duyurmuştu.
ABD’deki gazeteler de dahil olmak üzere dünya basını bu konuda sert eleştirilerde bulununca Türk gazeteleri de bunlara yer vermek ister – lâkin hükümet eleştirisi içerdiği için yazıları yayınlamaları halinde suç işlemiş olacaklardır. Onlar da çareyi okura şöyle bir not düşmekte bulurlar: “Türk basın rejimine göre suç teşkil eden bu yazıyı mevcut kanuna göre ayıklayarak veriyoruz”.
Menderes iktidarının son aylarında, dönemin CHP Milletvekili Ferda Güley’in Adalet Bakanı’na verdiği soru önergesine gelen yanıta göre Haziran 1956’dan Mart 1960’a kadar geçen sürede 72 yayın yasağı getirilmişti. Bu, her ay için 1.5 yayın yasağı demekti.
YAYIN YASAĞININ YAYINI DA YASAK!
DP döneminde yayın yasaklarının tartışılan bir konu haline gelmesini engellemek için yeni bir icat da yaratılmıştı: “Bu yayın yasağının yayını da yasaktır!”. Hamdi Varoğlu’nun, Cumhuriyet gazetesindeki Hem Nalına Hem Mıhına adlı köşesine bağlanalım: “Hele son zamanlarda bu garibelerin üzerine ‘bu neşir yasağının neşri de yasaktır’ tüyü dikildi, garibe katmerlendi. Bu komik karar, kararı verenlerin bir nevi kefaret ödemeleri gibi bir şeydi. Yasak kararı öyle bir karardı ki, neşri sahiden de, verenler hesabına, utanılacak bir şey oluyordu. Kendileri de bunun farkına vardıkları için işi nihayet bu şekle dökmüşlerdi. ‘Neşir yasağı’ derken adeta elleriyle yüzlerini örtüyorlardı.”
Şimdi de günümüze dönelim, Cüneyt Arcayürek’in 13 Ocak 2015 tarihli köşesine: “Biliyorsunuz RTE Türk medyasının dünyanın en özgür medyası olduğunu ilan etti: 2014’te 217 gazeteci darp edildi. 900’e yakın gazeteci işten atıldı. 83 gazeteci istifa etti. 21 gazeteci cezaevinde. 2014’te 30 ayrı olay hakkında yayın yasağı getirildi. Yalnızca 17-25 Aralık haberleriyle ilgili 100’ün üzerinde dava açıldı.”
BOYNUZ KULAĞI GEÇERKEN
Kasım 2014’te Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun sorusuna verdiği yanıtta 2010’dan 2014’ün 6. ayına kadar geçen sürede 149 yayın yasağı kararı verildiğini açıklamıştı. Ay başına düşen 2.76 yayın yasağı ortalamasına bakınca boynuz kulağı geçmiş diyebiliriz!
Demokrat Parti’nin yayın yasağı politikasını sonlandıran şey 27 Mayıs 1960 darbesi olmuştu. Ülkeyi yönetim anlayışları, iktidarda kaldıkları sürece yayın yasaklarının sonlanmasını imkansız kılıyordu. DP’nin mirasını sahiplenen AKP’de de aynı yönetim anlayışı var. Bakalım AKP’nin yayın yasağı politikası nasıl sonlanacak.