Apoyevmatini Kapanmayacak!

ONUR EREM/BİRGÜN
14 temmuz 2011

Türkiye’nin en uzun süreden beri aktif olan gazetesi olan Apoyevmatini’nin, tarihi boyunca Rum halkıyla paralel olan yolculuğunu ve son gelişmeleri, gazetenin editörü Mihail Vasiliadis ile konuştuk:

>>Medyada çıkan haberlerden sonra gazeteye reklam vermek isteyenler, sponsor olmak isteyenler oldu mu?
Bir gazetenin satışından gelen gelirle durabilmesi lazım. Bu değişmez bir kuraldır. Tabi sahibi mütaaitse, devlete yol yapıyorsa o başka. Ama o da gazete midir tartışılır.

Bizim en büyük sorunumuz resmi ilan alamamız. Bu ilanlar, gerçekten parayı ihtiyacı olan gazetelere verilmedikten sonra anlamsızdır. Bir yönetmelik varmış, o yönetmelikteki şartları sağlayamadığımız için veremediklerini söylüyorlar. 5.000 tirajımızın olması gerekiyormuş, belli şekillerde dağıtım yapmamız gerekiyormuş, en az 10 küsür çalışanımız olmalıymış. Türkiye’de 605 Rum ailesi kalmışken ben nasıl 5.000 gazete satayım? 605 aileye 600 adet gazete satıyorum. Rumların sayısı sürekli azalıyor, belki yarın birileri daha ölecek ve 599 gazete satmaya başlayacağım.

NEDEN YUNAN KRİZİ DEĞİL TÜRKİYE DEVLETİ
Böyle bir durumda devletin yapması gereken şey bize reklam vermemek değil, yönetmeliği değiştirmek olmalı. Maddi zorluk yaşamamızın nedeni olarak Yunanistan’daki krizi işaret ediyorlar, ama neden o değil. O sadece bardağı taşıran son damla oldu. Esas neden, yönetmeliğin bizim devletten ilan almamıza izin vermemesi ve Rum toplumunun sayısının azalması.

Bu gazete 1964’e kadar kendi gücüyle çıkabiliyordu. 1964’ün sonuna kadar bütün baskılara, 6-7 Eylül’e ve varlık vergisine rağmen İstanbul’daki Rum nüfusu 90 bin’in üzerindeydi. O yıl İsmet İnönü 1930’da Atatürk ve Venizelos arasında imzalanmış olan İskan ve Seyrisefain anlaşmasını tek taraflı olarak feshetti. Bu anlaşmayla Türkiye ile Yunanistan arasında bugünkü AB’ye benzeyen, oturma ve çalışma serbestliği getiren bir uygulama vardı.

1964’te Türkiye’deki Rum toplumu içinde hayatını sürdürmekte olan 13.000 Yunan vatandaşı sınırdışı edildi. Sınırdışı edilenler aile reisleriydi. Yani bunun sonucunda sadece 13.000 Yunan vatandaşı değil, 13.000 aile Türkiye’yi terketmek zorunda kaldı.18 ay sonra İstanbul’daki nüfus 30.000’in çok altına düştü. Ondan sonrası da çorap söküğü gibi geldi. Her ders yılı sonunda mezun olanlar aileleriyle beraber göç etti. Sonunda kala kala 600 aile kaldı.

Gazete kendi başına ayakta duramayacak duruma gelince, eski sahibi Yunanistan’daki evini sattı. Ancak para bitince yine sıkıntılar başladı. 70’li, 80’li, 90’lı yıllarda Türkiye’den yardım bulmak mümkün değildi. Bugün bu gazeteye destek verenlerin çizgisinde olanlar yok değildi, vardı, ancak seslerini yükseltemiyorlardı, konuşamıyorlardı. Bu insanlar artık ağızlarını açtılar, ve zannediyorum ki bunu rahmetli Hrant’a borçluyuz. Onun cenazesi sessiz çoğunluğun sabrının bitip yollara dökülmesi oldu.

GAZETEYİ KAPATMAYACAĞIZ
Yunanistan’dan reklamlar almak için girişimlerin ardından uçak şirketleri, bankalar ufak reklamlar vermeye başladı, ancak bunlar da yeterli miktarda değildi. Gazetenin her ay çıkması için 13.000 liraya yakın bir masraf gerekiyor.  Bu paranın yaklaşık üçte biri cemaatten gelen ilanlarla karşılanabiliyor. Geri kalan para muhakkak bir yerden gelmeli. Ben de bu parayı nerden alabiliriz diye düşünürken basın-ilan kurumu aklıma geldi. Bu kurum ne için var? Zayıf durumda olan gazeteleri desteklemek için. Ona göre kurallar koydular, ancak bir gazete bu kurallara, kendi çabasına rağmen uyamıyorsa, bundan mahrum edilmemeli. Bu ülkede uygulanan ayrımcılığın kurbanı olmuş bir gazetenin bu kurallar karşısında pozitif ayrımcılıkla desteklenmesi gerekiyor.

Çözüm olarak belki Kültür Bakanlığı bize ilan verebilir, eğer bu kültür mirasını gerçekten önemsiyorsa. Bu desteği alabileceğimizin işaretlerini görüyorum. İnsanlar kampanyalar yapıyor, Apoyevmatini kapanmasın, o bizim kültür mirasımız diyorlar. Rumca tek bir kelime bilmeyen 70’ten fazla Türkiyeli genç, sadece destek olmak için gazeteye abone oldu. Bu gençleri yarı yolda bırakamam, o yüzden gazeteyi en azından şimdilik kapatmayacağız.

>>Bu gençler için gazetenizde Türkçe bir köşe veya bir ek hazırlamayı düşünüyor musunuz?
Düşünüyorum. Ama günün 24 saati var ve bu sürede gazeteyi 2 kişi ancak hazırlayabiliyoruz. Eğer siz günü 28-29 saate çıkartabilirseniz ben bu eki yapmayı gerçekten isterim.

>>Siz gazetenin başına geçtiğinizde Apoyevmatini 80 adet satıyordu. Bunu 600’e yükseltmeyi nasıl başardınız?
Gazete öyle bir duruma gelmişti ki, artık Yunan dergilerinden kesip yapıştırıp gazete hazırlıyorlardı, ikinci sayfasının tümü “Kuzey Kutbu’nda 5 milyon sene önce buzlar hangi derinlikteydi gibi” yazılarla dolduruluyordu. Bu yüzden satış düşmüştü. Ama buna rağmen bu adamlar gazetenin kapanmamasını sağladı.
Gazetenin eski sahibi öldüğünde ben Yunanistan’da yaşıyordum. Emekli olmuştum, bana teklif ettiler ve gazetenin başına geçtim. İlk hedefim gazeteyi düzeltmek, içine haber doldurmaktı. Ondan sonra da her Rum evine bu gazetenin girmesini sağlamaktı. 6 ayda satış rakamını 500’e yaklaştırdım. Gazete tekrar düzgün içerikle çıkınca Rum toplumu da tekrardan gazeteyi almaya başladı.

BABA-OĞUL İKİ KİŞİYİZ
Yine de gazeteyi çok ilkel bir şekilde çıkartıyorduk. Elimizle hazırlayıp fotokopi çekerek baskıya hazırlıyorduk. Bir ara buraya Yunanistan’dan, Yunan Gazeteciler Cemiyeti’nden heyet geldi. Boğazda motor gezintisi yaparken gazeteyi gördüler, konuştuk ve koşullarımızı anlattım. Çok şaşırdılar, bize A3 fotokopi makinası ve QuarkExpress programı aldılar. Ancak gazetede kullandığımız Gutenberg’den kalma bilgisayar bu programı kaldırmadı. Yunanistan’da bulunan oğlum ikinci el bilgisayar parçaları topladı ve getirdi. Ancak bir süre sonra o bilgisayar da bozuldu. O sırada İngiltere’den bir vakıf yardımımıza yetişti ve bize Mac bilgisayar aldı. Böylece biraz çağdaş bir baskı imkanına kavuştuk. Bir haftadır da renkli çıkartıyoruz gazeteyi. Baba oğul çalışarak iki kişi çıkartıyoruz gazeteyi.

Gazete en kötü olduğu dönemde bile bütün Rum cemaatinin doğum, ölüm, nişan, okul mezuniyeti gibi ilanlarını yayınlıyordu. Dolayısıyla Apoyevmatini arşivinde Türkiye’deki Rum toplumun tarihini bulabilirsiniz.

“Dava açıldığında kendimi savunacak avukat bulamadım”

>>Eskiden Rumlar İstanbul’un en önemli unsurlarından biriydi, ancak günümüzde nüfusları sürekli azalıyor. Geleceğe baktığınızda ne görüyorsunuz?
Eskiden 800.000 kişilik İstanbul’da 150.000 Rum, 100.000 Ermeni, 60.000 Yahudi vardı. Şimdi 15 milyonluk İstanbul’da Rumlar 600 hane kaldı.

Rum toplumunun en büyük sorunu demografi sorunudur. Rum nüfusu nasıl çoğalır? Başbakan en az 3 çocuk yapın diyor, ancak Rum toplumunun yaş ortalaması 65’in üzerinde. Bu yüzden bu bizim için çözüm değil.
Burada kullanılması gereken yöntem, Rum toplumunun nüfusu azalsın, yokolsun diye uygulanan yöntemin tam tersidir. Tek taraflı olarak, 13.000 Yunan vatandaşına oturma ve çalışma izni versin. Buraya gelip çalışmak, ekmeğini taştan çıkarmak isteyen kişilerin buraya gelmesini sağlamak lazım. Ama buradan göçenlere ve çocuklarına  verilmemeli. Zaten 1964’te kovulanlara geri dönüş hakkı vermek için onları önce öbür dünyadan buraya geri döndürmek lazım. Onların çocuklarının orada şu an işi gücü vardır, oradaki hayat tarzına alışmışlar. Neden bırakıp gelsin? Eğer onların arasından gelmek isteyen varsa, orada başarısız oldukları için gelmek isteyenler olacaktır. Yani bizi alttan itip su yüzeyine çıkartacak insanlar değil, boğulmamak için bize tutunup bizi daha da aşağı çekecek insanlar olacaktır.

Madem ki Yunan vatandaşlarını kovdun ve kültürel mozaiğin yokolmasından rahatsızsın, geçmişinle yüzleş ve kovduğun kadar Yunan vatandaşına burada yaşama hakkı ver. İşsizliğin kolgezdiği ufak Yunan şehirlerinden İstanbul’a gelmek isteyen çok sayıda insan olacaktır.

>>Yaklaşık 8 yıldır gazetenin başındasınız. Bu süreçte, Türkiye’deki değişimi nasıl görüyorsunuz?
Dilek Güven diye bir genç kızımız çıktı, 6-7 Eylül olaylarıyla ilgili bir doktora çalışması yaptı. Ondan sonra bir sergi açtı İstiklal Caddesi’nde. 3-5 kişi toplanıp o sergiyi basmak istedi. Nitekim olay çıkarmayı başardılar ama 50 sene önce aynı kafadaki insanlar “haydi toplanalım, şu gavurların evlerini yıkalım” dediğinde yüzbinlerce kişi toplanmıştı. Oysa o gün Kerinçsizler ve Perinçekler ancak 3-5 kişi toplayabildiler. Bu büyük bir değişim. Aslında hala güçleri var, ancak bizi destekleyenler de artık saklanmamaya başladılar.
Kezban Hatemi, televizyonlara çıkıp Rumların haklarını savundu. Bütün bu kadınların başına birşeyin gelmediğini görünce de ağzını açmayan, bu olaylar konusunda bir tek yazı yazmamış olan kişiler şimdi “aman efendim milliyetçilik kötüdür” demeye, Rum savunucusu olmaya başladılar. Bu iyi bir şey.
Ben 60’lı yıllarda “milli birliği bozacak şekilde propaganda yapmak” ile suçlandığımda kendimi savunacak avukat bulamamıştım. Rum avukatlar korktu, Türk avukatlar da “müşterilerim sizi savunduğumu öğrenirse onları kaybederim” diyerek reddettiler. Bu olayı 50 sene sonra bir panelde anlattığımda, panelden sonra uzun boylu bir bey yanıma yanaştı “Mikail Bey dedikleriniz doğru, ben çok duygulandım, eğer bir avukata ihtiyacınız olursa  herhangi bir ücret talep etmeden sizi savunmaktan onur duyarım” dedi. Adı Cem Sofuoğlu. Şimdi çok iyi arkadaşız. Böyle insanlar her zaman vardı. Ama o dönemin baskıları bunların ağzını açmasına engeldi.

>>AKP döneminde Türkiye’nin muhafazakarlaşıp muhafazakarlarşmadığı çok tartışılan bir konu. Siz ne düşünüyorsunuz?
Muhafazakarlığa verilen anlamla alakalı bu sorunun cevabı. Bir kadın bikinisiyle plaja giderse ilerici, tesettüre girip yola çıkarsa muhafazakar sayılır mı? Muhafazakarlık eğer bir azınlığın çoğunluğa baskı yaparak uygulanacak bir yöntemle yapılıyorsa o zaman Türkiye geri gidiyor demektir. Ama eğer bu toplumun büyük kısmı benim gibi değilse, Müslümansa ve başörtülü bir muhafazakarlık taraftarıysa o zaman bu isteğini, etrafına zarar vermeyen bu arzusunu yaşayabilmesi gerekiyor. Eğer kadınlar çok istedikleri için, üniversitelere gidip dünyayı tanıdıkları için, kültür ve kariyer sahibi oldukları için, veya bilim insanı olmuşlarsa ve başlarını açmışlarsa, o zaman bu toplum ileri gitmiş toplumdur. Eğer küçük bir zümre gelip onlara baskı yapmışsa ve onları, geriye annelerinin yaşamına doğru itelemek istiyorsa o baskıcı bir rejimdir. Ama eğer bu kadınlara “siz Avrupalısınız, başınızı örtmeyeceksiniz. Örtenin de kafasını kırarım” denmişse, ve toplumun çoğunun yaşamak istediği yaşamı, kendisini ilerici gören baskıcı bir grup tarafından empoze edilmişse, o zaman bu ilericilik değildir. Bu muhafazakarlığın daniskasıdır.

Diyorlar ki “Türkiye Avrupa’nın en ileri ülkelerinden birisiydi, kadına oy hakkı ilk defa Türkiye’de verildi”. Bu bir yalandır. Türkiye’de kadına oy hakkı verilmedi o dönem, kadının kocasına iki oy kullanma hakkı verildi. Eğer kadınlar kendileri bu eksikliğin farkına varıp da ayaklanmışsa, yollara dökülüp “oy hakkı isteriz” demişse, o zaman kadının oy hakkı vardır. Oysa o dönemde kadının kocası oy attı, kendi parmak bastı. Bu oy hakkı mıdır?

Bugün Türkiye’de esasta çok kötü bir gelişme var. Hemen hemen her gün Türkiye’de bir erkek, kendisinden boşanmak isteyen eşini öldürüyor. Ancak bunun iyiye işaret eden bir yanı da var. Eskiden neden öldürülmüyordu bu kadar çok kadın? Çünkü başkaldırıp boşanamıyorlardı. Bugün her öldürülen kadına karşılık belki 1000 kadın, o bıkmış olduğu, ezilmekte olduğu evliliğin içinden kurtulmuştur. Kadınların kendi istediklerini yaptıkları için öldürülmesi, artık kadınların en azından “kendi istediklerini” yapabilmeye başladığını gösteriyor.

Muhafazakarlığa mı gidiyor Türkiye? Bence hayır. O başörtülü kadınlar belki başörtüsünü takıyor ama, bazıları panellerde konuşurken erkeklere taş çıkartıyor. Orada başı açık ama konuşamayan bir kadın olsa Türkiye daha mı ileri olurdu?

“AB halkları ilerde Yunanımızı dövdürmeyecektik” diyecek

>>Yıllarca Yunanistan’da yaşamış biri olarak Yunanistan’daki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yunanistan kurbanlık koyun yapıldı diye düşünüyorum. Haberler geliyor, Yunanlılar ürettiklerinden çok tüketiyorlar. Bu Yunanlara has bir şey mi? Bugün yeryüzünde tüketilen şeylerin toplamı, yeryüzünün bir senede ürettiğinden daha fazla. Yeryüzünün ürettiği balıktan, petrolden ve ormandan çok daha fazlasını tüketiyoruz. O zaman neden Yunanistan’a kızıyoruz? Almanya Yunanistan’ın bu duruma geleceğini çok önceden biliyordu. Peki alacaklı olduğu ve borcunu ödemekte zorlandığını bildiği bir ülkeye batınca çıkamayan denizaltıları satmaya zorlamıyor muydu?

“Rumumuzu dövdürmeyecektik” diye bir hikaye vardır. Bir Türk, bir Kürt, bir de Rum genç bir bağa girip meyve yemeye başlamışlar. Bu 3 genç meyve yerken bağın sahibi gelmiş sinirle. Türk olana “Sen Türksün değil mi? Sen kenara geç” demiş. Kürt’e de “Sen Kürtsün, sen de kenara geç demiş”. Sonra Rum’a “hadi o Türk, diğeri de Müslüman, sen gavurluğunla gelip meyvelerimi yiyorsun ha!” demiş ve onu dövmüş. Sonra Kürt’e dönmüş “Sen Kürt değil misin? Şu Kürt halinle gelip Türk’ün bahçesinden meyve yiyorsun” demiş, onu da dövmüş. En sonunda da Türk’e dönmüş, “sen de onlarla birlik oluyorsun ha!” diyerek Türk’ü de dövmüş, çekmiş gitmiş. Yedikleri dayaktan sonra gençler yerde zar zor kendilerine gelmişler, “ne oldu bize, 3 delikanlı nasıl bir adamdan dayak yedik” diye sormuşlar. İşte orada Türk genç “Rumumuzu dövdürmemeliydik” demiş.

Şimdi bütün Avrupa halklarının kalkıp “Yunanistan’ımızı IMF’nin kurbanı olarak ortada bırakmamalıydık” demesi lazım. Çünkü Yunanistan’dan sonra sıra Portekiz’e, İspanya’ya, İtalya’ya, İrlanda’ya ve sonra da İzlanda’ya gelecek. Zaten bu bütün bu halklar Yunanistan’ın durumuna düştüğünde sıra Almanya ve Fransa’ya bile gelecek. Bu anlayışla devletler kalmayacak, şirketlerin kaldığı bir korporatizm oluşacak. Umarım Yunanistan’daki kriz Avrupa halklarını uyandırır da sıra kendilerine gelmeden harekete geçerler.

Dünya medyasında “Yunanistan halkı çok tembel, çalışmıyor, o yüzden batmayı hakediyor” diye bir algı oluşturuluyor. Bunu söyleyenler, oraya turist olarak gidip birahanelere giden insanları görenler. Eğlenen insanlar dikkatlerini çekiyor, oysa varoşlarda çalışan ve yaşam mücadesi verenleri görmedikleri için böyle bir düşünceye düşüyorlar. Dans edenleri, tavernada tabak kıranları görüp hatırlıyorlar, diğerleri doğal olarak dikkatlerini çekmiyor. Yunanistan’da böyle yaşayan insanların nüfusu en fazla 1 milyon civarındadır, geri kalan 9 milyonu düşünen kimse yok. Ancak ülkenin borçları bu insanların parasıyla ödeniyor. Onların sigortaları, maaşları kesiliyor, onları yiyeceği ekmeğin vergisi artıyor.

About onurerem

journalist @ birgün newspaper. twitter.com/onurerem
Bu yazı Söyleşi içinde yayınlandı ve , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s