*Bu yazı, Yargıtay Hâkimi Fernando Vega’nın, 2011 Adli Yılı Açılış Töreni’nde yaptığı konuşmanın metnidir. BirGün/ONUR EREM 14 haziran 2011
1999’dan beri Venezuela’da önemli yasal değişiklikler yapıldı. O yıl Ulusal Anayasa Meclisi’nde hazırlanan anayasa halk oylamasına sunuldu ve bunun kabul edilmesiyle ülkenin adı, Simon Bolivar’ı onurlandırmak için Bolivarcı Venezuela Cumhuriyeti olarak değiştirildi.

Simon Bolivar, Güney Amerika’nın kaderini etkileyen adam
Anayasanın odağındaki haklar, yaşama ve ifade hakları, özel mülkiyet, seyahat özgürlüğü, savunma hakkı gibi geleneksel hakların ötesindeydi; insanların onurlu bireysel haklarını gerçek evrenselliğiyle yaşayabilmeleri için sağlık hakkı, ücretsiz eğitim ve barınma hakkı güvence altına alınmıştı. Bunlar ikinci nesil haklar veya toplumsal haklar olarak adlandırılmaktadır. Ancak bu anayasa bunların da ötesine geçerek üçüncü nesil hakları (örneğin çevresel ve kültürel haklar) da içermektedir.
Bolivarcı anayasamızdaki değişimler, halkın çoğunun faydasına olacak toplumsal girişimlere vurgu yapmakta ve onlara bireysel girişimlerden daha fazla öncelik vermektedir.
Bu iddianın dogmatik kanıtı anayasanın 1. ve 2. maddelerinde açıkça gözükmektedir. Birinci madde Simon Bolivar’ın doktrinine yeniden can verirken ikinci madde, ülkeyi yönetenleri ve yurttaşları sınırlandırmamak için ‘Hukuk Devleti’ değil, ‘Demokratik ve Toplumsal Hukuk ve Adalet Devleti’ terimini kullanmaktadır. Bu büyük bir değişim demektir, böylece Venezuela liberal-demokrat devleti geride bırakıp demokratik ve sosyal bir devlet olmuştur.
Şimdi, anayasanın dayanışmayı, toplumsal ve kolektif meseleleri nasıl bireyciliğin, bencilliğin ve aç gözlülüğün üzerinde tuttuğunu anlatmak için bazı anayasa maddelerine bakalım, bu algının nasıl yansıtıldığını görelim.
ÖZEL TEŞEBBÜS, ADİL PAYLAŞIM
112. madde özel girişimciliğe olanak veriyor, ancak bunu hemen devletin adil gelir paylaşımı garantisi vermesi ve planlama, teşkilatlandırma ve ekonomik düzenlemeler yapması yükümlülüğü ile sınırlandırıyor.
114. madde yasadığı ekonomi, spekülasyon, istifçilik, tefecilik, kartel oluşturma ve benzeri faaliyetleri yasaklıyor ve ciddi yaptırımlar öngörüyor.
118. madde “devlet, birikim fonları, mikro-şirketler, toplumsal birlikler ve benzeri örgütlülük yapıları da dahil olmak üzere hangi türden olursa olsun dayanışma örgütleri, kurumları ve kooperatiflerini, halkçı ekonomiyi iyileştirmek amacıyla destekleyecektir” diyor.
FARKLI BİR ÂDEMİ MERKEZİYETÇİLİK
158. madde, âdemi merkeziyetçiliği ve özerk yönetimi ‘nüfus ve güç arasında bir yaklaşımı destekleyen ve demokrasiyi derinleştiren ulusal bir politika’ olarak tanımlıyor ve devlet garantileri vererek demokrasinin işlemesi için uygun ortamı yaratıyor. Böylesine bir konsept, liberal demokrasi ile burjuva özerk yönetimi ve ademi merkeziyetçilikten çok farklıdır. Liberal demokrasiye göre âdemi merkeziyetçilik ve özerk yönetim, sadece merkezi yönetimin bazı yetkilerini yerel yönetimlere bırakmasıdır.
173. ve 184. maddeler doğrudan, eyaletlerde finansal kaynakları mahallelere ve ortak ihtiyaçlara göre dağıtacak, belediye hizmetlerini topluluklara ve mahallelere yönlendirecek yapıların kurulmasından bahsediyor. Bu kendilerini otomatik olarak yöneten yeni bir yapılanma getiriyor. Halkın topluluk konseylerinde ve komünlerde güçlü bir söz sahibi olmasının temeli de budur.
300. madde, yatırım yapılan kaynakların ekonomik ve toplumsal üretkenliği arttırmak için sosyal ve girişimci aktiviteleri yürüten bir organizmalar devleti yaratmaktadır.
GERÇEK TOPRAK REFORMU
307. madde çok büyük toprak sahipliğinin toplumsal faydaya karşı olduğunu ilan eder ve tarıma uygun olup da kullanılmayan bütün toprakların tarıma açılmasını emreder. Dahası, toprağın o bölgede yaşayan halka aktarılmasını öngörür. Kısaca, derin bir toprak reformu sağlar.
308. madde “devlet, temeli toplumsal girişimcilik olan ülke ekonomisini güçlendirmek için, çalışma, tasarruf ve tüketim amacıyla, küçük ve orta büyüklükteki imalatçıları, kooperatifleri, birikim fonlarını, aile şirketlerini, mikro-şirketleri ve diğer tüm toplumsal kurumları korumak ve desteklemek zorundadır” demektedir.
Dahası, Venezuela Devleti dengeyi sağlamak için 2 değerli enstrümana güvenmektedir. 318. maddeye göre Merkez Bankası devletin genel ekonomi politikasıyla uyumlu bir şekilde hareket etmelidir. Ayrıca, devlet kamu faydası ya da toplum çıkarları amacıyla kamulaştırma yapabilir.
KAPİTALİZMİN KALBİNE SALDIRAN ANAYASA
Bu temel norm,1961’de hazırlanan liberal demokrat anayasa gibi bir anayasaya değil, üretim araçlarını toplumsallaştırdığı ve toplumsal, endüstriyel, ticari ve zirai olarak ortak mülkiyeti sağladığı için kapitalist üretim sisteminin tam kalbine saldıran bir anayasaya sahip olduğumuzu gösterir. Dahası, özel mülkiyet yerine toplumsal mülkiyet altında olduğunda daha fazla kâr ve toplumsal fayda sağlayacak olan toprakların ve fabrikaların kurtarılmasını sağlamaktadır.
Eğer kapitalist üretim sistemi, doğru koşullar ve doğru zamanda sadece sosyalist üretim sistemi ile değiştirilebilecekse ve Venezuela’da gıda, inşaat, petrol, madencilik, temel endüstriler, tarım üretimi ve hayvancılık sektörlerinde, anayasa ve diğer yasalardan güç alarak kapitalist üretim sistemine meydan okuyan bir değişim süreci varsa, o zaman Venezuela’da sosyalizmin kapitalizmin yerini almakta olduğunu söyleyebiliriz.
Bu siyasal bir söylem değil gerçeklik. Gerekli nesnel ve öznel koşulların, kaynağını toplumdan alan ve toplumun benimsediği değişimlerin başlamasına olanak verdiği tarihi bir zamandayız. Bu yüzden toplum, davranışlarını buna uyarlamak, yeni adetler geliştirmek, eski gelenekleri kaldırmak ve hatta her gün neredeyse her şeye sahip olan insanlarla hiçbir şeye sahip olmayan insanlar arasında bir savaşın yaşandığı, bencillik ve bireysellik tarafından baltalanan bir toplumda sürekli bir varoluş savaşıyla temsil edilen zor çalışma koşulları nedeniyle unuttuğumuz toplumsal alışkanlıkları yeniden hatırlamak zorundadır.
SOSYALİZMİ DESTEKLEYEN YARGI
Bütün bunlara göre eğer Venezuela Devleti planlı ve kararlı bir şekilde toplumu Bolivarcı ve demokratik sosyalizme yönlendirmek istiyorsa, bu artık bir devlet politikamız olduğu ve anayasanın erkler arasındaki işbirliğini düzenleyen 138. maddeye göre yargı erkinin de yasalar çerçevesinde bu sürece katkıya bulunması gerektiği anlamına gelmektedir.
Anayasa ve yasalara uygun bir sosyalist politikanın geliştirilmesi için yargı erkinin işbirliği yapması, hâkimlerin, savcıların, polislerin ve bütün personelin profesyonel davranışları sayesinde gerçekleşecektir.
Liberal anayasaların kontrolü altındayken, ülkedeki bütün mahkemeler liberal-demokratik yapıları korumak için kendi halkıyla savaşmaya adanmıştı. Şimdi ise, cumhuriyetin bütün mahkemeleri, Bolivarcı ve sosyalist demokrasinin kurulmasına engel olan bütün davranışları ağır şekilde cezalandırmalıdır.
Hâkimler, yasaların sonsuz bir adalet konsepti içeren varlıklar olmadığını her zaman hatırlamalıdır. Yasaları, doğal hukuk kuramına göre algıladığımız açıktır. Soyut bir kavram olmaktan öte, adalet (aşk gibi) bir duyguymuş gibi gözüküyor. Açıkça, adalet olup olmadığını fark etmemizi sağlayan içkin duygular vardır, özellikle de ortada bir adaletsizlik varsa. Çünkü adalet hissi, insanın ilk minnet duyduğu şeylerdendir. Ernesto Guevara de La Serna, yani ‘Che’, aynı soyadı taşıdığı için akraba olup olmadıklarını soran birine verdiği cevapta bunu gayet açık bir şekilde anlatmıştır: “Aynı aileden olup olmadığımızı bilmiyorum, ancak dünyada bir adaletsizlik işlendiği zaman bu adaletsizlikten dolayı öfkeden titriyorsan yoldaşız demektir”.
Dün adil olan yasa bugün adil olmayabilir, çünkü içinde yaşadığımız koşullar ve içinde yaşadığımız toplum sürekli olarak değişiyor. Yasama ve yargı tarafından yürütülen yasalarımız canlıdır ve ilerlemektedir.
Öte yandan, yasaların hukuki pozitivizmin iddia ettiği gibi üretildikten sonra mükemmel bir yaratılışla adalet bahşeden yapılar olmadığını da söylemeliyiz. Her durumun karakteristiği kendine özgü olduğu için, bir olayı değerlendirirken yazılı kurallar temelde olsa bile hâkimler olayın tamamını değerlendirmeye almak ve davayı aydınlatmak için olayın gerçekleştiği ortamı da dikkate almalıdır. Hukuk ile gerçeklik arasındaki bağ böylece daha kuvvetli olacaktır.
HUKUK VE TOPLUMSAL GERÇEKLER
Bu yüzden hâkimler yasalar ve içtihatları bildikleri kadar toplumsal gerçeklikleri de bilmek zorundadır. Uyuşturucu trafiği, terörizm, yolsuzluk veya yıkıcılık gibi konulardaki davalarda, toplumsal gerçeklikleri göz önüne almadan karar vermek affedilemez.
Önceki anayasa ile karşılaştırdığımızda çok ilerledik. O dönemlerde yargı erki, hukuk mafyaları ve aşiretlerin sızdığı, bozulmuş bir yapıydı. Bu, dürüst ve kendini işine adamış hâkimler olmadığı anlamına gelmiyor, ancak onlar sayıca çok azdı. Ülkedeki bazı uluslararası avukatlık ve hukuki danışmanlık firmaları, her seviyeden hâkimleri ve savcıları kontrolü altına almıştı.
Yani hiç şüphe olmasın ki çok ilerledik. Yine de yargı erkinin önünde, hem yazılı yasalara göre, hem de demokratik ve güvenilir fikirlere ve muğlâk olmayan ahlak anlayışına göre adalet dağıtma görevini verimli bir şekilde yerine getirebileceği iç gelişime ulaşmak için yapması gereken çok sayıda yapılmamış görev vardır. Kendimizi bu göre hevesle ve fedakârlıkla adamalıyız. Hukuk bilgimizi sürekli olarak arttıran Hukuki Yenilenme Kursları için gerekli olan her imkânı temin ederek hâkimlerin evrensel, demokratik, açık ve şeffaf bir hukuk yönetimine doğru ilerlemesini sağlayacak bilgi işleme tekniklerini benimsemeliyiz. Hukuki personel için, sürekli olarak Bolivarcı ve sosyalist etik atölyeleri sağlamanın vazgeçilemez olduğunu düşünmekteyiz. Bunlar hâkimlik gibi onurlu bir mesleğe sahip olan bizlerin, hukuk sistemi içerisindeki konumumuzdan bağımsız olarak, üzerinde düşünmemiz gereken konulardan bazılarıdır.