Çeviren: Onur Erem 27 nisan 2011
Altı ay önce yazdığım bir yazıda “Deprem, sel ve tsunami gibi çevresel etkileri, insanın yüksek hata yapma ihtimalini ve silahlı çatışmaları göz önüne aldığımızda yeni bir nükleer felaket yakındır. Nükleer serpinti devlet ve sınır tanımaz, hastalık, zekâ geriliği ve istikrarsızlığı dünya çapında arttırır. Radyoaktif kirlilik ve zarar gören insanların tedavisi şok edici ekonomik yükler getirmektedir. Nükleer santralların kurulmasını savunanların kullandıkları tek argüman olan ekonomik fayda da bu maliyet ile yok olmaktadır. Vatandaşları ekonomik, sosyal, entelektüel, siyasal ve sosyal açıdan yoksullaşan hiçbir ülkenin varlığı sürdürülebilir olmaz” demiştim. Bu yazıdan sonra aldığım eleştirilerde çok eleştirel ve karamsar olduğum söyleniyordu…
Çernobil ile Fukuşima felaketleri arasında 25 yıl bulunsa da etkileri benzer, ve bu etkiler on yıllar boyunca sürecek. Çernobil’den sonra bilgi toplama ve yayma konusunda bir gecikme vardı. Nükleer endüstri ve çoğu hükümet halkı bilgilendirmek konusunda isteksiz olsa da, bu riskleri bilmek ve bunlardan korunma imkânlarına sahip olmak halkın hakkıdır.
Radyobiyoloji yeni bir bilim dalı değil. Radyoizotopların özellikleri ve canlılarla – insanlar, hayvanlar ve bitkiler – etkileşiminin sonuçları bilinmektedir. On yıllar süren araştırmalar radyoizotopların vücudun belirli bölgelerinde biriktiğini gösteriyor. İnsanlarda I-131 ve I-129 tiroidde yoğunlaşırken Cs-137 yumuşak dokuda, Sr-90 ise dişler ve kemiklerde birikmektedir.
Etkileri anlayabilmek için en önemli şey dahili ve harici radyasyon arasındaki farkı kavramaktır. X-ray gibi harici radyasyon kaynakları, kozmik ışınlar ve gamma ışınları doğrudan zarar verip öldürebilirken alfa ve beta parçacıklarını da içeren dahili radyasyon soluma yoluyla havadan, ve yenilen besinlerle vücuda girerek dokulara ve hücrelere zarar verecek enerji yayar.
Hasarlı reaktörlere ve radyasyon kalkanı sağlayan sudan mahrum kalan yakıt çubuklarına çok yakın mesafede çalıştıkları için Fukuşima santralında haftalardır çalışan insanların geleceği belirsiz. Çernobil felaketinin ardından bölgedeki kurtarma ve tamirat çalışmalarına katılan “tasfiyeciler” gibi Fukuşima çalışanları da tehlikeli seviyelerde gamma ve nötron radyasyonuna maruz kalmıştı.
ALFA-BETA-GAMMA: KAÇMAK MÜMKÜN DEĞİL
Santralın yakınında bulunmayan insanlar yoğun radyasyona maruz kalmayacaktır, ancak Alfa ve Beta parçacıkları yayan radyoaktif çekirdeklerden ve gamma radyasyonundan kaçmaları mümkün olmayacak. Bunlar vücuda solunum ve sindirim yoluyla girer ve kaçınmak için yüzlerce kilometre uzağa kaçmak bile yetmeyebilir.
Çernobil tasfiyecileri, santraldaki yangını söndürmek ve radyoaktivitenin yayılmasını önlemek için çalışan sağlıklı erkekler ve kadınlardı. 2005 yılına gelindiğinde 830 bin tasfiyeciden 125 bini, yani yaklaşık yüzde 15’i hayatını kaybetti. Çoğunun ölüm nedeni kan, dolaşım hastalıkları ve tümörlerdi.
Tavsiyecilerin çocukları da doğuştan özürlü bir şekilde dünyaya geldi. Çoğunda kanser, tiroid bezi hasarı veya zekâ geriliği gibi ağır sağlık sorunları vardı. Ancak bu sorunlar sadece tasfiyecilere özgü değildi, bölgedeki diğer ülkeleri bile yüksek derecelerde etkiledi. Örneğin Belarus’un yoğun radyasyona maruz kalmış bölümlerinde doğan çocukların sadece yüzde 20’si sağlıklı bir şekilde dünyaya geldi. Bu insani felaket, aynı zamanda hükümetlerin sağlık ve eğitim bütçelerine ağır yükler getirmektedir.
Nükleer yanlısı çevreler Çernobil felaketinin risklerini küçümseyerek bu göstergeleri göz ardı ettiler ve çekincelerini açıklayanları “radyofobik” ilan ettiler. Ancak felaketin ardından yürütülen araştırmalar, radyoaktif zararların sadece insanlarla sınırlı kalmadığını gösteriyor. Hayvan ve bitki sistemlerinde tolerans ve yaşama yeteneği sorunları, üreme sorunları ve genetik değişimler gözlemlendi.
Radyasyon yayılmaya başladığı zaman biyosferin hangi bölgesini etkileyeceğini, hangi hayvanların, bitkilerin ve insanların etkileneceğini, hasarın boyutunu ve süresini önceden tahmin edebilmemiz imkânsız. Çoğu durumda maruz kalan canlının yaşı, sağlık durumu, gelişim seviyesi, türüne bağlı olarak zarar, rastgele bir şekilde oluşmaktadır.
Bu nedenden ötürü, bu tarz kazaların ardından açık ve şeffaf bir şekilde veri toplanılması gerekmektedir. Sürmekte olan zararı daha iyi anlayabilmemiz için uluslararası araştırmacıların desteğini almamız şarttır. Bu araştırmaların sonuçları da herkese açık olmalıdır. Dünya Sağlık Örgütü de Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ile daha yakın bir ilişki kurmalıdır.
Fukuşima nükleer santralının yarattığı sorunlar ve Çernobil’in yarattığı, halen süren sorunları göz önüne alarak kendimize şunu sormamız lazım: nükleer enerjiyi ekonomik ve teknolojik açıdan desteklerken, neleri ve kimleri kurban etmeye hazırız?