Marx neden hep haklı ki?

Owen Hatherley – The Guardian
Çeviri: Onur Erem
31 mayıs 2011

Marksizmin önemli kalemlerinden Terry Eagleton’un son kitabı Marx Neden Haklıydı’ geçtiğimiz günlerde Yordam Kitap tarafından Türkçe yayınlandı. Her zaman olduğu gibi bu kitap da özellikle basında tartışmalara neden oldu. The Guardian gazetesinden Owen Hatherley’in kitap hakkındaki yorumunu yayınlıyoruz.

İçinde bulunduğumuz finansal kriz başladığından beri, Marx ve Lenin’in dengesiz ve yıkıcı kapitalizm analizi harikulade bir şekilde onaylanırken, ilham verdikleri (hatta isimlerini verdikleri) siyasi hareket ironik bir şekilde güçsüz ve can çekişmekte. Kapitalizmin hizmetinde olan dergiler bile 2008 yılından beri zorunluluktan “Marx haklı mıydı?” diye soran makaleler yayınladılar, ancak proleter devrim özellikle canlanıp güçlenemedi.
Son dönemde heyecan veren, hatta çığır açan isyanlarla karşılaştık, ancak demokratik pan-Arabizm ve internet destekli öğrenci otonomluğu kapitalizmin kendisini tehdit etmekten çok uzak. Marx Neden Haklıydı bu ironiyi açıklamasa da, bir hareketin noksanlığında komünizm hakkındaki kabul edilmiş düşüncelerimize meydan okuyor.
EFSANELERİ ÇÖKERTMEK
Terry Eagleton’un da kabul ettiği gibi, özel sektörün kalbindeki bankalara halkın vergisiyle sınırsız destek sağlanırken sosyal hizmetlerin acımasız bir şekilde azaltıldığı çağımızda, kapitalizmin geldiği nokta en kurşunî Sovyet hicivcilerinin karikatürlerini andıracak derecede grotesk. Eagleton kitabını tek bir çarpıcı düşüncenin meyvesi olarak sunuyor: ya Marx’a yöneltilen bütün eleştiriler yanlışsa? Bunu ispatlamak için alim ancak yine de neşeli (hatta bazen çok cıvıl cıvıl) risalenin her bölümü Marx ve Marksizm hakkındaki iddialarla başlıyor, ardından Eagleton bu iddiaları tek tek çürütüyor.
Kitabın bir meziyeti, bölüm girişlerindeki bu çürütmeleri inanılır ve ciddi bir şekilde yapması. Bunlar boş bir şekilde ortaya atılan itirazlar değildir. Marksizm insanların özgürlüklerini sınırlar, vahşi ve antidemokratiktir, artık geçerliliğini yitirmiş bir sınıf kavramına kafayı takmıştır, tarihsel kaçınılmazlık kavramı nedeniyle son derece kibirlidir, siyasi olarak test edildiğinde ortaya tarihin en büyük tiranlığı ortaya çıkmıştır gibi iddialara karşı tatmin edici derecede siyasal ve entelektüel itirazları dillendirmektedir. Eagleton, felsefe, siyasi pratik ve edebi analoji arasında yaptığı gezintiler aracılığıyla bu iddiaları alt etmiş.
Eagleton Marx’ın tarihsel kaçınılmazlık düşüncesini itiraf etse de günümüzde çok az Marksistin bu düşünceyi savunduğunu belirtir. 1844’ün Ekonomik ve Felsefi Yazıtları’na referans vererek Marx’ın özgürlük karşıtı olduğu iddiasını kolayca yıkarken, ultra-demokratik Paris Komünü’nü savunmasını ve siyasi pratiklerini örnek göstererek “proleteryanın diktatörlüğü” sözünün yaygın yanlış anlaşılması saçmalığına karşı duruyor. Kitabın en polemik dolu ve eğlenceli kısımında Eagleton işçi sınıfının (hem mülksüzlükleri dolayısıyla emeklerini satmak zorunda kalanlar manasında hem de kitle tüketim ürünleri üreten fabrikalarda çalışanlar anlamında) Marx’ın döneminden çok daha büyük olduğunu ve dünya genelinde büyümekte olduğunu vurgularken, “beyaz işçi sınıfı” gibi tehlikeli ifadelerde de dışa vurulan sınıfın bir çeşit etnik kimliğe benzediğine dair modern klişeyle açıkça dalga geçiyor.
Lakin kitapta ekonomi belirgin bir şekilde namevcut. “Marx haklı mıydı?” sorusuyla karşı karşıya kalanlar genellikle kapitalizmin doğası nedeniyle kriz yaratmaya yatkın olduğuna odaklanarak suçlu bir şekilde “Evet” derler.

DOĞRUYU SAVUNMAK
Marx’ın savunucularının çoğu konuya değinmeden önce kısaca Sovyet tecrübesi üzerinden getirilen eleştirilere cevap verme eğilimi gösterir. Eagleton hâlâ ham olan bu tarihi daha dikkatli bir şekilde ele alır. Bu mantık ikna edicidir: kapitalizmin başarılarını çoğu kapitalistten daha çok beğenen bir düşünce akımına uyan komünizmin, gelişmiş, endüstriyel ve uluslararası etkin olan ekonomilerde çok güçlü hale geleceği ve zamanla gelişmiş ülkelerin komünistleşeceği varsayılıyordu.
Peki ya bu ölüme mahkûm projeyi yaratan liderler? Marx’ın ismine yapıştırılan nefret solmaya başlarken Lenin’in durumu bambaşka bir mesele. Lars T Lih’in kısa biyografisi “Lenin neden haklıydı”dan uzak olsa da onun kadar dramatik. Lih, çok az duyulmuş tarihi ve siyasal argümanları sade ve aydınlatıcı bir şekilde öne sürüyor.
Onun Lenin’i, gelenekçi komünistler ve duygusal Troçkistlerin seküler azizi veya liberallerin, anarşistlerin ve muhafazakârların kana susamış canavarı değil. Aslında Lih, adamın hayatını ve çalışmalarını son derece kısa bir şekilde anlatıyor. Ona göre Lenin’in düşünceleri ve pratikleri, onun yarattığı iddia edilen kitlelerin üzerine çıkan elit ve merkezi bir parti algısının içine sıkıştırıldığı gibi “işçiler hakkında bir çekince” gerektirmiyor. Lih, Lenin’in kaynaklarının yönetimini emin bir şekilde yapabildiği için işçi sınıfının örgütlenmesi hakkında iflah olmaz bir şekilde optimist olduğunu söylüyor: Lenin’in her şeyi kapsayan amacı işçilerin yerine hareket etmektense işçi sınıfını eğitim, ajitasyon ve örnek alınacak kahraman davranışlarla cesaretlendirmekti. Böylece 1917’de sosyalist devrim tarihin erekbiliminden daha çok tartışılmaz bir şekilde St. Petersburg ve Moskova işçilerinin devrimi istemesiyle savunuldu. Rus işçilerin “kahramanlıkları” (Lih’in Lenin’i tarafından çok sık kullanılan bir kelime) Avrupa çapında bir devrim hareketine ilham veremeyince Lenin ve Bolşevik rejimi “uçurumdan uzaklaştığını farketmeden havada koşmaya devam eden bir çizgi film karakterine” benzedi.
Bunu ortaya çıkartan düşünür ve politikacı bir kuramcıdır. Keskin politik değişimlerini Marksist ortodoksi hakkındaki bolümüne atıfta bulunarak ama aynı zamanda pragmatist ve romantik bir şekilde savunmaktadır. Lih’in nefret ettiği Robert Service, Dmitri Volkogonov ve diğer tarihçileri özümseyen birinin soracağı anahtar soru ise “Lenin bir tiranlığı başka bir tiranlıkla değiştirerek kasten bir diktatörlük yaratmadı mı?” olacaktır. Lih, Lenin’in idamların halkın gözünün önünde yapılmasını ve terör uygulanmasını emreden talimatlarından yeteri kadar örnekler verdikten sonra bunların vahşi bir iç savaş döneminde gerçekleştiğini ve her iki tarafında aynı acımasızlıkta uygulamalar yaptığını hatırlatıyor. Bu bir savunma değil, ancak genellikle tarihi bağlamdan çıkartılan iddiaların yeniden anlatılmasıdır. Lih Lenin’i öforik bir mutlu gelecekçi değil, özel çiflikçilikle 1919 gibi erken bir zamanda anlaşma sağlamaya çalışan bir uzlaşmacı, ve son yıllarını yeni, bileşik çar yanlısı-komünist bürokrasiye karşı hiddetlenen bir insan olarak görüyor. 1922 yılında onu burnundan soluyan bir şekilde buluyoruz: “Departmanlar boktur, kararnameler boktur”.
Bu harika kitap geriye bakıp kendimizi tebrik etmememizi tavsiye ediyor.

About onurerem

journalist @ birgün newspaper. twitter.com/onurerem
Bu yazı Çeviri içinde yayınlandı ve , , , , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

1 Response to Marx neden hep haklı ki?

  1. Cenk dedi ki:

    abi ben bi bok anlamadim. yine de saol en azindan kitabi bosuna almiyim onu anladim. kahrolsun komilizm

    Beğen

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s