Chomsky: Kahire’den Madison’a sınıf mücadelesi

17 mart 2011
BirGün için çeviren: Onur Erem

20 Şubat günü sendika lideri ve 25 Ocak hareketinin önemli bir figürü olan Kemal Abbas “Wisconsin işçileri”ne bir mesaj yolladı: “Bizi desteklediğiniz gibi, biz de sizi destekliyoruz”.

Mısırlı işçiler ABD tarafından desteklenen Hüsnü Mübarek rejiminde uzun zamandır temel hakları için savaşıyordu. Kemal dünya genelindeki işçi hareketlerinin itici gücü olan dayanışmayı hatırlatmakta ve işçi hakları ile demokrasi mücadelelerini dünyanın geri kalanıyla karşılaştırmakta haklı.

Bu ikisi birbirinin içine geçmiş şeylerdir.İşçi hareketleri demokrasiyi koruma ve insan hakları mücadelelerinde hep en ön sırada yer almıştır. Bu yüzden hem devlet hem de özel sektör tarafından sevilmezler.

Mısır ve ABD’deki işçi mücadelesinin Mısır ve ABD’deki izlediği yollar zıt noktalara doğru gidiyor: Mısır’da daha fazla hak kazanmaya, ABD’de ise yoğun saldırı altındaki var olan hakları savunmaya. Bu iki olay da daha yakından bir incelemeyi hak ediyor.

Emek analisti Nada Matta’ya göre 25 Ocak hareketi, 2008 baharında Mahalla’da greve giden tekstil işçileriyle dayanışmak için ortaya çıkan 6 Nisan hareketinin de içinde yer Facebook gençliği tarafından başlatıldı.

MAHALLA BİR SEMBOL OLDU
Devlet şiddeti grevi ve dayanışma hareketlerini yerle bir etse de Mahalla “devrimin ve rejim muhalifliğinin bir sembolü haline geldi” diyor Matta. Bu grev hareketinin talepleri yerel sorunların çözülmesini aşıp ülke genelinde asgari ücret uygulamasının başlatılması taleplerini dile getirdikleri zaman diktatörlük için bir tehdit haline geldiler.

Matta’nın gözlemleri Mısır işçileri hakkında ABD’li bir otorite olan Joel Beinin tarafından da onaylandı. Beinin’in raporuna göre Mısırlı işçiler yıllar süren mücadeleleri sayesinde bir çok ağ oluşturdular ve bu sayede rahatlıkla mobilize oluyorlar.

İşçiler 25 Ocak hareketine katıldıkları zaman bunun çok büyük etkisi oldu. Bu noktadan sonra asker Mübarek’i yollamak zorunda kaldı. İçerde ve dışarıda hala bir çok engel olsa da bu Mısır demokrasi hareketi için büyük bir zaferdir.

Dış engeller açık: ABD ve müttefikleri, Arap dünyasında bir demokratik yönetimi tolere etmeyecektir.  Bunun kanıtı olarak da Mısır’da ve Ortadoğu’daki anketlere bakılabilir. Bölgedeki halklara göre İran değil, ABD ve İsrail tehtid olarak görülüyor, hatta İran’ın nükleer silahlara sahip olmasının bölge açısından daha iyi olacağını düşünüyor.

DEMOKRASİ TOLERE EDİLMİYOR
Washington’un akademisyenler tarafından da desteklenen geleneksel politikasının devam edeceğini tahmin edebiliriz: Demokrasi sadece stratejik-ekonomik hedeflere hizmet ettiği sürece tolere edilebilir. ABD’nin masalsı “demokrasi tutkunu” imajı sadece ideologlar ve propagandalar için mevcut gözüküyor.

ABD’de demokrasi başka bir yöne gitmiş gözüküyor. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ülke benzersiz bir büyüme hızı yakaladı ve halkın geliri eşitlikçi bir şekilde arttı. Buna çoğunluğun faydasına olan yasalar da eklendi. Bu trend Richard Nixon döneminde de devam etti, ancak liberal döneme geldiğimizde bitti. 60’ların aktivizminin demokratikleştirici etkisi, Nixon’ın sınıf ihaneti sonucunda yok olmaya başladı ve yasaları etkilemek için yapılan lobicilik faaliyetlerindeki inanılmaz artış, sağ görüşlü düşünce kuruluşlarının ortaya çıkarak ideolojik spektrumu ele geçirmesi ve daha bir çok etken sonucunda etkisini yitirdi.

EŞİTSİZLİK YÜKSELİŞTE
Ekonomi de yönünü değiştirerek finansallaştı. Eşitsizlik yükselişe geçti ve CEO’lar ile Hedge Fon yöneticilerinden oluşan ülkenin en zengin yüzde 1’inin servetinin ülke serveti içindeki payı çok arttı.

Halkın çoğunluğu için gerçek gelir azaldı, çalışma saatleri arttı. Bunların üstüne bir de 8 trilyon dolarlık emlak balonu geldi. ABD Merkez Bankası ve ekonomistler verimli serbest piyasa dogmalarıyla efsunlanmış olduklarından ötürü bu krizin yaklaşmakta olduğunu fark edemediler bile.

Gelirin toplumun ufak bir kesiminde yoğunlaşması, bu kesime siyasi güç verir, ve bu siyasi güç kullanarak süper-zenginlerin ayrıcalıklarını koruyan hatta daha da arttıran yasalar çıkartılır: vergi politikaları, deregülasyon, kurumsal yönetişim kuralları ve daha bir çok şey. Bu kısır döngüyle beraber siyasi kampanyaların fiyatları sert bir şekilde yükselerek siyasi partilerin kurumsal sektöre yamanmasına neden oldu.

TEK TARAFLI BİR SAVAŞ
1978 yılında bu süreç başladığında Birleşik Otomobil Çalışanları Başkanı Doug Fraser iş dünyası liderlerini “ülkede çalışanlara, işsizlere, fakirlere, azınlıklara, gençlere, yaşlılara, ve orta sınıftaki herkese karşı tek taraflı bir sınıf savaşı yürüttükleri” için lanetledi ve bu liderlerin “büyüme ve ilerleme döneminde işverenler ile işçiler arasındaki yazılı olmayan hassas paktı görmezden gelerek çiğnediğini” söyledi.

1930 yılında çalışan sınıf bir çok temel hakkı kazandığında, iş dünyası liderleri “kitlelerin yükselen siyasi gücünün endüstriye tehdit ettiğini” söyledi ve Alex Carey’in “Demokrasiyi Risklerden Arındırmak” kitabında söylediği gibi bu tehdide karşı acil önlemler alınmasını talep etti. Sendikaların hakları ve demokrasiyi ileri taşıyan en önemli araç olduğunu – Mübarek’in de anladığı gibi – anlaşmışlardı.

SENDİKALAR TİRANLIĞA KARŞI

ABD’de sendikalar kurumsal tiranlığa karşı gelen ana güçtür. Şu anda, ABD’de özel sektör sendikaları son derece güçsüzleşmiş durumda. Özel sektör sendikaları, finans endüstrisi ve bu endüstrinin hükümetteki uzantıları tarafından yaratılan krizi bahane eden sağcılardan gelen güçlü saldırılarla karşı karşıya.

Toplumsal öfke, bu krizi yaratan ve bundan fayda sağlayanlara yöneltilmeli. Goldman Sachs geçen yılın telafisi olarak 17.5 milyar dolar öderken, CEO’su Lloyd Blankfein 12 milyon dolarlık prim aldı ve maaşı 2 milyon dolara yükseldi. Ancak aynı dönemde yürütülen fabrikasyon propagandalarda kamu çalışanlarının yüksek maaş aldıkları, emekli maaşlarının da çok yüksel olduğu, bu yüzden tasarrufa gidilmesi gerektiği söyleniyordu. Özel sektör ile karşılaştırıldığında kim daha yüksek maaş alıyor acaba? Wisconsin Valisi Scott Walker “tasarruf paylaşılmalı” diyordu – tabi ki belli istisnalarla.

Propaganda oldukça başarılıydı. Wealker sendikaları yok etmekte destek buldu. Bütçe açığı bahanesini kullanması ise tam bir komediydi. Tahrir Meydanı’nda olduğu kadar, Wiconsin, Madison’da da demokrasinin akıbeti tehlikede.

About onurerem

journalist @ birgün newspaper. twitter.com/onurerem
Bu yazı Çeviri içinde yayınlandı ve , , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s