İstanbul’dan David Harvey Geçti

ONUR EREM

David Harvey’i dinlemek için İstanbul Bilgi Üniversitesi Santralistanbul yerleşkesine vardığımızda olağanüstü bir kalabalık karşıladı bizi. Harvey’i dinlemeye yüzlerce kişi gelmişti, ama Harvey’i İstanbul’a getirmeyi başaran organizatörler bu kalabalığın sığabileceği bir salon bulamamış. Ben şans eseri oturacak bir yer bulduysam da arkadaşlarımın bir kısmı içeride ayakta, bir kısmı da başka odalarda ekrandan izlemek zorunda kaldı.

David Harvey’in anlattıkları aşağıda. “Ama ben kendi sesinden dinlemek istiyorum” diyenler için de ses kaydı aldım, yazının sonunda linklerini görebilirsiniz. Eğer bir sorun yaşarsanız iletişime geçin düzeltirim. Bu arada yazıda bol miktarda yazım hatası olabilir, uyarırsanız düzeltirim. Türkçe word olmayınca böyle oluyor işte. Neyse fazla uzatmayalım:

KRİZ ŞEHİRLEŞMENİN KRİZİ

– Sermaye her sektörde kaçınılmaz krizler yaratır ve her krizden sonra sermaye başka bir sektöre geçer. Böylece sermaye, yarattığı krizlerin etrafından dolanır.

– 2008 krizi Güneydoğu ABD’deki emlak sektöründe başlayıp dünyadaki sayısız sektöre yayılırken Latin Amerika gibi bölgeleri ve bazı ülkeleri etkilemedi. Etkilenmeyen ülkelerin kendine özgü bazı özellikleri vardı.

– Şehirleşmenin temelindeki şey emlak sektörüdür. Bu açıdan baktığımızda 2008 krizi şehirleşmenin krizidir. Geçmişe baktığımda 1929’daki Büyük Buhran’ın 1928’deki emlak krizi sonucu ortaya çıktığını görüyoruz. Şehirleşmeye aşırı yatırım kriz doğuruyor. Bu yüzden şehirleşme, emlak sektörü ve kriz arasındaki ilişkiyi araştırmamız lazım. Geleneksel ekonomistler bu konuyu görmeye başladı ama Marksist ekonomistlerin de görmesi lazım.

– Marksist akademisyenler şehir ekonomisi çalışmalarını makro-ekonomik çalışmalara kıyasla önemsiz görüyor, bu yüzden bu konuda çok araştırma yapmıyorlar. Belki de sayıca az olmalarından kaynaklanıyordur.

Çin’de inşa edilen yeni şehirlerden biri

– Kapitalist ekonomiler, sistemin yarattığı krizden çıkmak için emlak sektörünü kullanıyor, şehirleşmeyle krizden çıkıyor. 2. İmparatorluk Fransa’sında ve Büyük Bunhran sonrası ABD’de istihdam yaratmak için devasa inşaat işleri yapıldı. 2008 yılında krizle birlikte 30 milyon iş kaybı yaşayan Çin, 2009 yılında inşaat sektörünü kullanarak baştan aşağı yeni şehirler inşa etti ve 30 milyon iş yarattı.

– 1930’larda ABD’de toplumsal hareketler, sendikalar, Komünist Parti çok güçlüydü. 2. Dünya Savaşı süresince uygulanan planlı ekonominin başarısı ve ABD-SSCB ittifakı halkın komünizme olan ilgisini arttırmıştı. Savaşın sonlanmasıyla eli silah tutan onbinlerce erkek yurda geri dönmüştü ve bu durum bir devrimi tetikleyebilirdi. Hükümet bunu kırabilmek için evsahipliğini ön plana çıkarttı. Bir yandan banliyöler inşa edilirken bir yandan da ‘kredi çeken insan grev yapamaz’ düşüncesiyle insanlara kolay ev kredisi verildi ve halk banliyölerde ev sahibi yapıldı.

– Bu sistem 2008’e kadar işe yaradı. ABD’de şehirleşme çok yüksek rakamlara ulaştığı için artık krizden şehirleşerek çıkmaları mümkün değil. Ülkede 2 milyon boş ev ve 2 milyon evsiz bulunuyor.

– İlk inşa edildiğinde banliyöler o kadar popüler oldu ki parası olan herkes banliyölere taşındı ve şehir merkezleri yatırım almadı yoksullara, azınlıklara kaldı. Ama banliyöler devrime, devrimciliğe uygun yerler değildi. 1960’lardaki isyanlar ve devrimci hareketler şehir merkezinde kalan yoksul azınlıklar, siyahlar sayesinde gerçekleşti. Banliyölerin kadını evde ve baskı altında tutan yapısı ise dönemin feminist hareketlerini tetikledi.

– Banliyöler bir süre sonra büyüsünü kaybetti, buralarda yapılabilecek tek şey olan Alışveriş Merkezlerine gitmek bölgenin gençlerini tatmin etmedi. Bu gençlik Avrupa’yı gezip Avrupa şehirlerinin ruhunu, kaldırım kafelerini görünce şehir kültürüne hayran kaldı ve bu gençliğin etkisiyle ABD’de şehir merkezleri tekrardan popülerleşti. Artan taleple soylulaşma da başladı. Şehir merkezlerini mesken edinmiş yoksullar kovuldu.

– Bu dönemde hızlı tüketimi keşfetti sistem. Uzun süre dayanacak ürünler yerine bozulup yenisi alınacak ürünler yapılmaya başlandı. Moda da bunun bir parçası oldu.

– Sistemden en çok kârı elde edebilmek için sermayenin tamamı da, işçilerin tamamı da sisteme dahil edilmeli. 2. İmparatorluk Fransa’sında yapılan şey de buydu. Saray elbiseleri, askeri üniformalar değiştirilerek tekstil üretimi canlandırıldı, gaz lambaları ile şehir aydınlatıldı. Bunların hepsi önemli yatırımlardı. Çin de krizden çıkmak için bu yoldan gitti. Olimpiyatlara ev sahipliği yapması bunu destekledi.

GELİRİN 3-5 KİŞİNİN ELİNDE TOPLANMASI SİSTEMİ ÇÖKERTİR

– Bütün bunlar olurken ortalama gelirin de artması lazım ki insanlar daha pahalı bir yaşamı sürdürebilsin. Günümüzde sistemi çökerten en önemli şeylerden biri budur. 1970-80’lerden beri Avrupa ve ABD’de halkın gerçek geliri sabit kaldı. Para ufak bir zengin kitlenin elinde birikti.

– Halkın gelirinin artmasına izin verilmezken halkın tüketime devam etmesi gerektiği de unutulmamıştı. Bu yüzden kredi kartları, kişisel krediler, devletlere verilen kredi paketleri inanılmaz oranlarda arttı.

– Aslında bu sistemin sorunları 1990’larda baş göstermeye başlamıştı. Şehirleşme ve ev sahipliği oranı yükseldiği için ev alacak çok insan kalmamıştı. Clinton döneminde bankalar “ABD rüyasını topluma yaymak için” çok yoksul kesimlere kredi vermeye başladı. Ancak iş güvencesi olmayan bu insanlar kredilerini geri ödeyemediler. 2000’lerin başında kredi geri ödeyememe miktarı dikkat çekici seviyelere gelse de insanlar bu veriyi gözardı etti. Nasılsa yoksulları umursayan yoktu.

– 2008’de Wall Street’te bir krizin yaklaşmakta olduğunu bilmeyen kimse yokmuş.

– 2010 yılında ABD’deki inşaat sektörü ilk defa 1930 seviyelerine geriledi. Çünkü artık pazarda ihtiyaçtan fazla ev var. Aslında ihtiyaçtan fazla demek doğru değil: ABD’de şu an 2 milyon boş ev olmasına rağmen 2 milyon da evsiz insan var. Ama evsiz insanlara ev vermek isteyen yok tabi ki.

– ABD ve Avrupa bu krizden çıkamıyor. Çünkü artık eski mantıkla ev yapıp krizden çıkma yöntemi işe yaramıyor.

– İçinde bulunduğumuz kriz döneminde finansal kurumlar kurtarılıp halka kemer sıkma politikaları dayatıldı. İhtiyacı olan insanlara yardım etmek için varolan her bütçe kesintiye uğradı. Bu süreçte Cumhuriyetçiler “Zenginlerin vergilerini azaltarak daha fazla biriktirmelerini sağlayın, çünkü bu sisteme yatırım yapanlar zenginlerdir” diyor. Bunun büyük bir yalan olduğunu kendileri de biliyorlar. Çünkü bir seviyenin üstündeki araya sahip olan insanlar yatırım yapıp uzun yıllar karşılığını beklemek yerine altın-petrol-arsa ve benzeri kaynaklar üzerine spekülasyon yaparak kısa vadede para kazanmayı tercih ediyorlar.

– New York’taki en zengin yüzde 1’in ortalama geliri yıllık 3.7 milyon dolar. Yoksul yüzde 50’nin geliri ise 30 bin dolardan daha az. Bu eşitsizlik yüzünden New York – Manhattan bölgesi de facto gated city haline geldi. Yoksullar bırakın barınmayı, içinde zaman bile geçiremiyorlar. Belediye başkanı ise sadece çılgın projeler duyuruyor.

– Bu durumda şehir hakkı diye bir şey kalmıyor. İçini kim doldurursa şehir hakkı o anlama gelmeye başlıyor. Şu anda şehir hakkının içini dolduranlar zengin elitler, Wall St çalışanları ve çılgın projeler yapan belediye başkanı.

– Bir sabah havaalanından New York’a dönüşte 06.30’da metroya bindim. Tıklım tıklımdı. Şehir merkezinde düşük ücretle çalışan herkes adeta şehri uyandırmaya geliyordu. Çoğu yoksul ve azınlık gruplarından insanlardı. Merkezdeki elitler uyandığında kahveleri hazır eden, yolları temizlemiş olan bu insanlardı. Bu insanların şehir hakkı falan yok. Siyasal hareketlerin merkezleri de genellikle şehirler olmuştur. Bu yüzden bu insanların örgütlenip bir arada hareket etmesi çok zor.

– Şehirleri nasıl örgütleyebileceğimizi düşünmemiz lazım. Günümüzde artık şehirleri sendikalarla örgütleyemezsiniz. Değişen toplum yapısına ayak uydurabilen yeni örgütlenme biçimleri şart. Örneğin Oxford’da kent konseyleri, ticaret konseyleri var. Oxford’da yaşayan bir çok insan bu yapı içinde fikirlerini belirtiyor, yönetim ile iletişime geçiyor. Sendikalar ise kendi üye sayısını arttırmaya ve üyelerini korumaya odaklandığı için yeni toplumda etkin olamıyor. Oxford’daki gibi katılımcı yapılar geleneksel siyasetten çok daha radikal sonuçlara imza atabiliyor.

– Tabi ki işyerindeki mücadeleyi şehir içinde yürütülen genel mücadeleden ayıramayız. Örneğin 2001-2002’de Arjantin’de fabrikaları işgal eden işçiler bu mekanları haftasonu halka açıyorlardı. Böylece halkın bir araya gelebileceği önemli bir alan yaratmış oldular. Halk üretim araçlarıyla çok daha yakın bir ilişki kurdu. Bu sayede, fabrikanın eski sahipleri fabrikayı geri almaya çalıştığında onlara sadece işçiler değil bütün kentler karşı çıktı. El koyulup halka açılan bir otel, her yıl aynı tarihte “eski sahipleri geri almaya çalışırsa” tatbikatı yapıyor ve buna bütün mahalle katılıyor. Bu gövde gösterileri sayesinde bu tarz mekanlar halkın elinden geri alınamıyor.

– Şehirdeki birçok aktivite sendikalarla örgütlenemez. Örneğin ev işçileri. Güvencesiz bu insanların sendikaya üye olması mümkün değil, ancak bu insanları bir araya getirecek yeni örgütler çok ama çok önemli. ABD’de bunu başaran bir örgüt, taksi şöförleri ve restoran çalışanlarını da örgütlemeyi başardı. İşte bu örgüt gerçekten güçlüdür. Ev işçileri, taksiciler ve restoran çalışanlarının iş bırakması demek şehrin iflas etmesi demektir.

– ABD’de zaten geleneksel proleterya kalmadı. Dışlanmış işçiler oluşturuldu. Onları örgütlemek zor olsa da şart. Çünkü şehri onlar ayakta tutuyor. Azınlıkları, ezinenleri bir arada örgütlemeli. Örneğin LGBT’ler, siyahlar ve İspanyollar ABD’de dayanışma içinde olmalı.

– Çiftçi sınıfı diye bir şey de kalmadı ABD’de.

– İstanbul’da gerçekleşenler de burada anlattılarımla büyük benzerlikler taşıyor.

– Şehir hakkı kapsayıcı olmalı, kimseyi dışlamamalı. Ancak Rio’da birkaç yıl önce düzenlenen Birleşmiş Milletler Dünya Şehir Forumu ile şehir hakkı kavramı da neo-liberal bir temele oturtuldu. Bu, toplantıların kendisinden de belliydi: BM toplantılarına girmek için bir çok dedektörden geçmek gerekirken halkın düzenlediği alternatif şehir forumuna herkes istediği gibi girip çıkabiliyordu.

– New York’ta artık kamunun istenmediği kamu alanları var. Bazı kamu alanlarında toplanmak için izin almak bile gerekiyor [İstanbul’da da kamuya ait olduğu halde etrafı tellerle çevrili, insanların giremediği kullanılmayan alanlar çok].

– Occupy Wall St. Hareketinin Zuccotti Park’ı işgal etmesinin en güzel yanı, kamuya kapalı kamu alanlarının kamunun eline geçmesiydi. Elitleşmiş bu alanlar tekrardan bütün halkın kullandığı mekanlara dönüştü.

Zuccotti Park – NY

KÜRESEL ŞEHİRLER AĞI VE KÜRESEL ÖRGÜTLENMELER ÇOK ÖNEMLİ

– Artık günümüzde tek tek şehirlerden bahsedemeyiz. Küresel bir şehirler ağı oluştu. Benim ütopyamda bir sosyalist şehirler ağı yatıyor. Günümüzde gerçekleşenler de bunun ilk habercileri belki de. İlk başta Seattle protestolarıyla, ardından da küresel Irak işgali protestolarıyla bir küresel ağ oluştu. Geçen yıl küresel işgal hareketleriyle bu doruğa ulaştı. Milyonlarca insan dünya çapında 200’den fazla şehirde örgütlü hareket edebilir hale geldi. Bu yüzden küresel şehir ağları ve bu ağlar üzerindeki küresel örgütlenmeler son derece önemli.

– Küresel olarak şehirlerde kamu mekanlarını yok eden bir trend var ve buna karşı çıkmamız lazım. Çünkü kentler artık modern kent vea post modern kentler olmaktan çıktı, tanımlayamadığımız bir şekle büründü. Kent aidiyeti tükenmeye başladı. Kasımpaşalı gibi aidiyetler yokoluyor.

– Bolivya’da Morales’i iktidara getiren kent El Alto’dur. Başkent La Paz’a giden 3 ana yol da bu şehirden geçer. Tabi ki bu dünyadaki şehirde olmayan coğrafi bir istisna. Ancak yine de önemli bir örnek. Halk, bu 3 yolu kapatarak sistemi tıkamak gibi bir güce sahip.

El Alto

– Artık kentsel devrim stratejileri üzerine odaklanmamız lazım. Tüm işçileri örgütlemeye çalışmak zor, zaman alan, belki de imkansız bir süreç. Ama şehre gelen tedarik zincirlerini örgütlemek şehirleri ve dolayısıyla sistemi felç edebilecek bir örgütlenme. Bu tarz stratejik örgütlenmeler üzerinde durmalıyız. Kırsal-kent ayrımı da eskisi kadar büyük değil. Kırsaldaki örgütlenmeler ile gerektiğinde şehirler aç bile bırakılabilir. Mahalle içi örgütlenmeler ve farklı mahallelerdeki örgütlerin arasındaki işbirliği de mühim.

– Anti-kapitalist mücadele ile anti-neoliberal mücadele arasındaki farkı unutmamamız lazım. Biri kapitalist sisteme karşı çıkarken öteki kapitalist sistemi neo-liberalizmden arındırarak daha insancıl bir hale getirmeye uğraşıyor.

– Kapital, özgürce çalışan insanın ürettiği, başkasının el koyduğu artı değerdir. Bu yüzden işçinin sömürülmesini engellemenin tek yolu anti-kapitalist olmaktır.

– Occupy hareketini toplumun genç ve beyaz kesimleri sırtladı. Çoğu kültürel üretim sürecine dahil insanlardı. Anarşist düşünceden etkilenerek yatay bir örgütlenme kurdular. Yatay örgütlenmeler güzel ve önemli olsa da dikey örgütler kadar faydalı olamazlar.

– İşgallerin en güzel yanı bir gün değil, çok daha uzun bir süre devam etmesi ve söylemlerini sisteme dahil edebilmeleriydi. Ancak sonra dağıldılar, tahliye edildiler ve şimdi ne yapacaklarını bilmiyorlar.

– Şili’deki öğrenci hareketi ise çok daha farklı. Daha dikey ve verimli bir örgütlenme kuran Şilili öğrenciler üniversiteleri yıllardır işgal altında tutmayı başardılar. Onlar bütün sistemin sorunlu olduğunu, tek sıkıntının üniversitelerde olmadığını biliyorlardı. Çünkü Pinochet’nin kurduğu sistem hala orada.

Şili – Öğrenci Protestoları

– Anti kapitalist bir şehir nasıl beslenir, kurulur ve örgütlenir? İşgallerde tartışmalar saatler sürebiliyor, çok basit konularda bile. İyi niyetli bir sistem olsa da çok ama çok verimsiz. Anlantik üzerindeki bir uçakta pilot “Kule iniş izni verip vermemek için kendi içinde bir tartışma yürütüyor” dese ne hissederdiniz? Pratik olarak çok eksik. Örgütlenme biçimi fetişizmi Occupy hareketini kısıtladı. Şili’deki öğrenci hareketi ise hem demokratik hem de dikey bir örgütlenmeydi.

– Londra’daki Occupy hareketinde başarılı bir iş gücü bölümü ve organizasyon vardı. Onlarla konuştuğumda “öncü hareket değilmiş gibi davranmayın, çünkü öylesiniz. Kendinizi küçük görmektense öncü olduğunuzu belli edin” demiştim.

– Yeni nesil örgütler kesinlikle sosyal medyayı da kullanmalı. Ama sosyal medya denilen şey iki ucu keskin kılıç. İnsanlar twitter’da kimin kimi düdüklediğine bakmaktan Mısır’daki devrimi göremiyor. Ayrıca twitter’da bir milyon insanın bir araya gelmesi ile sokakta bir milyon insanın araya gelmesi arasında inanılmaz bir fark var.

– Büyük mücadeleler kısa süreliğine güzel alternatif alanlar açabilir, ama sistemin içinde yaratılan bütün alternatif alanlar sonunda dominant pratiğin içine gömülmeye mahkumdurlar.

GÜNÜMÜZDE PROLETERYA TANIMI DEĞİŞTİ

– Proleteryanın kim olduğunu da tartışmalıyız. Artık çoğu gelişmiş ülkede eli çekiç tutan fabrika işçisi kalmadı. Bence artık proleterya “şehir hayatını üreten ve yeniden üreten insanlar”dır.

– Baltimore’da bir sendika adını İnsan Hakları Derneği olarak değiştirdi. Bu değişen sistemin içinde yeni bir taktik. Böylece bu örgüt sendikaya kapalı olan yerlere de girebildi. Liberallerin elinde olan insan hakları söylemini içten fethetti.

– Halk ranttan pay istemektense en baştan rant sistemini reddetmeli.

– Sermaye, sağlık gibi toplumsal faydaları tamamen reddettiği gibi doğayı da reddediyor. Sermayeyi ikisi için de elini cebine sokmaya ikna etmeliyiz. Ama bunun sonucunda kapitalizm yok olmaz, ancak daha insancıl bir kapitalizme varırız.

– Peki anti-kapitalist mücadele ne yapmalı? Banliyö olgusuyla mücadele etmeliyiz. Banliyöler hem toplumsal olarak hem de doğal olarak felaketler üretti. Bu bölgeleri dönüştürmeliyiz. Örneğin ABD’de Şehir Yatırım Bankaları kurularak terkedilmiş evler ihtiyacı olanlara verilmeli ucuz fiyatlarla. Banliyöler de otonom yönetime sahip merkezler haline getirilmeli.

– Bütün bu isteklerimize rağmen banliyö hayatına alışıp herhangi bir değişikliğe direnç gösteren o kadar çok orta sınıf birey var ki onları ikna etmek neredeyse imkansız.

– Her kriz döneminde ortaya çıkıp “evet biz demiştik, kapitalizm yıkılıyor” demekle devrimcilik olmaz.

– Marx büyük bir bilgi kaynağı olsa da merak ettiğimiz tüm soruların cevabı onda değil.

– Kapitalist sistemin sürekli büyümeye ihtiyacı var. Tarihe baktığımızda küresel ekonominin ortalama yılda %3.5 büyüdüğünü görüyoruz. %3 büyüme insanları mutlu etmeye yetiyor.

– Son 30 yılda sermaya hep daha az yatıyım yaptı. Gerçek olmayan şeylere, borsaya, opsiyonlara ve spekülasyonlara aktı.

– Dünyadaki eşitsizliğin bu seviyelere ulaşacağını geçmişte kimse tahmin edemezdi. Yılda 3 milyar dolar kazanan zehirli fon yöneticileri var. Hindistan’da binlerce milyarder var. Bu insanlar bütün dünyayı kontrol ediyor. Çünkü günümüzde para seçimleri, parlamentoyu, bürokrasiyi, yargıyı kontrol edebiliyor. Bu yüzden ABD’nin artık bir demokrasi olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

– Keynes bir tasarruf vergisi getirerek para sahiplerini yatırım yapmaya zorlamak gerektiğini söylemişti. Sistemin “kâr etmek için kâr etmek” alışkanlığını değiştirmemiz gerek. Bunu küçük bir grup değil, ancak bir kitle yapabilir. Ama maalesef bunun ihtimalinden bile çok uzağız.

– Üniversiteler artık parayla o kadar içiçe ki neredeyse hepsi özelleşmiş durumda. Büyük bağış yapanlar üniversiteleri kontrol edebiliyor.

http://w.soundcloud.com/player/?url=http%3A%2F%2Fapi.soundcloud.com%2Fplaylists%2F2136343&show_artwork=true

http://dl.dropbox.com/u/8194731/333.mp3.mp3

About onurerem

journalist @ birgün newspaper. twitter.com/onurerem
Bu yazı Yazı içinde yayınlandı ve , , , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s