
“Türkiye’den What You See Might Not Be Real gibi, sistemi, zenginleri veya siyasetçileri açıkça eleştiren bir heykel çıkmamasının nedeni heykeltıraşların insanların korkaklığı. Bu tarz tek bir heykelimiz yok, çünkü bu sanattan başka kaybedecek hiçbir şeyi olmayanların işi. Ben de Başbakan Erdoğan’ı eleştiren heykeller yapmayı düşünüyorum”
Caner Karakaş Türkiye’nin dikkat çeken genç heykeltıraşlarından. 1981’de Erzurum’da doğan Caner 2005-2007 yılları arasında Fransa’daki Avignon ve Marseille şehirlerinde sanat eğitimi aldıktan sonra Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Heykel Bölümünden derece ile mezun oldu.
Bugüne kadar 18 sergiye katılmış, 2010’da açtığı Gölgesizler adlı kişisel sergisinin ardından sonbaharda bir sergi daha açmayı planlıyor. Heykelleri ile 2008 yılında Sütçü İmam Üniversitesi’nden, 2011 yılında da Sakıp Sabancı Vakfı’ndan ödül alan Caner Karakaş ile Türkiye’de heykeltıraş olmayı konuştuk:
>> Heykelle nasıl tanıştın?
İlk başta heykel yoktu aklımda, ama sanata karşı içimde büyük bir istek vardı. Ayrıca çocukluğumdan beri otoriteye, öğretmenlerime karşıydım. Meraklıydım. Sanatın asıl teması da bunlar zaten. Babam memurdu, bizim de memur olmamızı istiyordu. Ortaokulda, lisede çizim yaparken resim öğretmenlerim çizdiklerime inanamıyordu. Babamla konuşup beni güzel sanatlar liselerine yollamak istediler ama babam kulağımı çekip “sen ressam olup başıma anarşist mi olacaksın” diye kızdı bana. Ben de uzun süre bastırdım o duyguları içimde.
Sonradan yurtdışına çıkmam gerekti. Fransa’da, Almanya’da kaldım uzun bir süre. Orada içimde varolan ama ötelediğim bir şey çevrenin de etkisiyle. Tekrar sanata yöneldim ve Türkiye’de devam etmek istedim, Mimar Sinan’a girdim dereceyle 2007 yılında.
Heykel mücadele gerektiren bir sanat. Kullanılan maddeler de öyle: taş, bronz, metal… Ben de mücadeleci bir insanım ve benim için taşla uğraşmak dünyanın en güzel duygusu. Bu yüzden heykel ile kendimi daha iyi ifade edebileceğimi düşündüm; kararımdan ve mesleğimden oldukça memnunum. Bugüne kadar 80’e yakın heykel yaptım, ara vermeden devam ediyorum.
>> Bir heykeltıraş olarak ne gibi zorluklar yaşadın? Türkiye’de heykeltıraş olmanın zorlukları neler?
Malzeme Türkiye’de heykeltıraşların en bilinen sorunu. Ama onun dışında başka büyük sorunlar da var: Her yıl Türkiye’de binlerce insan güzel sanat liseleri ve fakültelerinden mezun oluyor ama ülkemizde kültürel faaliyetler aktif değil. Büyük bir işsiz sanatçı ordusu var bu ülkede. Bu ordunun içinde maddi durumu gerçekten de kötü durumda insanlar var. Cebinde parası olmayan bir insandan sergi gezmesini bekleyemeyiz.
Bir kültürün, ulusun medeniyet seviyesi kültürel değerlerine bağlıdır. Türkiye’deki bu durum yüzünden sanatçılar kendilerini yurtdışına tanıtmakta zorluk çekiyor. Anayasa’yı değiştirirken Avrupa’yı örnek aldığını söyleyen hükümetimiz keşke sanatçıları desteklemek için de Avrupa’yı örnek alsa Türkiye’de sanat bambaşka bir yerde olurdu. Atatürk’ün “dünya uygarlığına ulaşmak, ilerlemek, gelişmek isteyen her ulus heykel yapmak ve heykelci yetiştirmek zorundadır” sözüne rağmen 2. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’de heykelin ilerlemesi yavaşladı, neredeyse durdu.
Bugün de medya patronlarına “sen nasıl bu yazarları gazetende barındırıyorsun” diyen zihniyetin heykeli, sanatı önemsemesini beklemek gerçekçi değil. Zaten ben de bu zihniyet benim heykelimi önemsesin diye heykel yapmıyorum. Benim söyleyecek bir sözüm varsa, bedeli neyse ödemeye hazırım.
>> Muhafazakar sanat tartışmaları hakkında ne düşünüyorsun? Muhafazakar heykel olabilir mi sence?
Bu yeni bir kavram çoğu insan için. Ama hızla ülkenin içine girmiş durumda. Ülkede heykel yaptıran belediyeler, heykel alan kesim, koleksiyonerler rejim neyi gerektiriyorsa o yönde heykel talebinde bulunuyor. Açık saçık olmasın, eleştirel olmasın… Tanrının don giydirmediklerine don giydirmeye çalışıyor insanlar.
Muhafazakarlar sanat diye insanların karşısına lale figürleri, ebru, minyatür çıkarmaktan başka bir şey yapamıyor. Roma, Yunan, Anadolu ve Hitit kültürlerinden bahsederken bunları vandalist kültürler olarak tanıtmaktan öteye gitmeyip onların sanatını halka anlatmayan bir devletin yurttaşları sanattan uzaklaşır. Gerçeklik duvarına çarpar.
Benim işlerim cüretkardır. Evet, çıplak bedenleri işliyorum. Çünkü gerçeklik bu, varolmanın sebebi bu. Kadın-erkek, o çıplak beden. Zihinlerin içindekini göstermek benim amacım. Üreme ve çoğalma arasındaki olayları anlatıyorum.
İnsanlık ilkellikten medeniyete doğru ilerlerken Türkiye’de sanat bu kafa yüzünden medeniyetten ilkelliğe doğru ilerliyor. Muhteşem sanat eserleri yaratmış medeniyetlerin yükseldiği bu topraklarda bugün sanat acınacak halde. Aileden başlayan ve devlete kadar uzanan baskıcı sistem ve tutuculuk yüzünden bu hale geldik.
>> Heykellerinin bazı çevreleri rahatsız etmesi hoşuna gidiyor mu?
Sanat dediğin birilerini rahatsız etmeli, birilerini sevindirmeli. 2010’da açtığım gölgesizler sergisinde çok uç tepkiler aldım. Bazıları çok beğendi, bazıları da ahlaksız, sapkın buldu. Benim bazı heykellerimin meydanlara koyulamayacağımı, herkesin bu heykelleri kaldıramayacağını biliyorum. Sergilerimde bazı siyasi partilerden ve halkın belli kesimlerinden tepkiler aldım. Heykelin önünden geçerken gözlerini kapatan insanlar oldu. Bazı bürokratlar arkasını dönüp çıplak bir beden heykeliyle karşı karşıya geldiğinde gerçeklik duvarıyla çarpışıp çekip gittiler. Sergi görevlileri bürokratlar geldiğinde heykellerimin üzerine birşeyler örtmek istedi.
Damacanayla seks yapan, vitrin mankenlerini görünce tahrik olan insanların bol olduğu bir ülkede yaşıyoruz. O yüzden böyle tepkiler bekliyorum. Ben bu insanlara kızmıyorum, onları bu şekilde yetiştiren sisteme ve topluma kızıyorum. “Bu kadar rahatsız oluyorsan çek git” diyenler olabilir. Ama ben gitmeyeceğim. Eğer rahatsız olacak birileri varsa olsun, gideceklerse onlar gitsinler sanattan rahatsız oldukları için.
>> Türkiye’de halk edebiyat, tiyatro, sinema, müzik gibi sanatlarla az da olsa ilgilenirken heykel bu ilgiyi de çekemiyor. Bu sorun heykelin kendisinde mi yoksa halkta mı?
Cumhuriyet öncesi dönemde Abdülaziz Viyana’da kendi heykelini yaptırdığında buna büyük tepki gösterilmişti. Türkiye’de heykel putla özdeşleştiriliyor. Ayrıca heykelin insan duygularını kabartması, propaganda sanatı, insanları harekete geçiren gücü bazı kesimleri rahatsız ediyor. Bu ülkeyi yönetenler “tükürürüm öyle heykelin içine” diyebiliyor.
Türkiye’de Selçuklu’dan Osmanlı’ya kadar taş işçiliği nakış nakış işlenmiştir. Geçmişi heykellerle dolu olan, müzeleri antik, helenistik ve klasik döneme ait heykellerle dolu olan Türkiye’de heykelin bugün bu durumda olması gerçekten üzücü.
>> Heykele isim vermek nasıl bir süreç? Heykele bakacak insanların algısını yönetmek için mi veriyorsun ismi? Heykeli yapmaya başladığın anda ismi de kafanda belli oluyor mu?
Heykel yaparken malzemeyle beynimdeki düşünceyi birleştirmeye başlıyorum. Buna isim verirken de bazen bilinçli olarak heykelle tezat uyandıracak, bazen farklı bir düşünce yaratacak isimler veriyorum.
>> Heykelin sınırları nerede başlayıp nerede biter senin için?
Benim için heykelin sınırı yoktur. Hangi malzeme olursa olsun kutsal bir şeymiş gibi, saygı duyarak yaklaşırım. Heykel yapmak, tango yapmak gibi bir şey, malzemeyle dans etmek adeta. Partnerim o benim. Çok müthiş bir ritimle onu yaratmaya başlarım. Eğer zorlarsam kırılır, geri dönüşü olmayan bir şekilde. Bu yüzden sınır yoktur benim için. Başlangıç bir heykel yapmaya karar vermektir, bitiş de malzemenin diliyle beynimde yarattığım imgenin ışık ve gölgeyle bütünleşmesidir.
>> Heykeltıraş olmak isteyen gençlere ne gibi tavsiyeler verirsin?
İçlerinde bu sanatçı ruhu ve sanat arzusu varsa bir genci kimse engelleyemez. Bugün olmazsa yarın bir şekilde o ortaya çıkacaktır. Neredeyse hepimiz karın tokluğuna çalışıyoruz Türkiye’de. Eğer kendilerine inanıyorlarsa bu yola girsinler – ama bu yol uzun ve dikenli bir yol, bütün bu zorluklara göğüs germeleri lazım. Başladığında elinde olanı kaybetme riski de var. Yine de kendini ifade edebilme isteğine karşı koymak yerine zorluklara göğüs germelerini tavsiye ediyorum. Bu dünyadan geçtiğini göstermek isteyenler mücadele etmek zorunda. Yaptığınız şeyin karşısına geçip “evet bunu ben yaptım” demek kadar güzel bir haz yok. Sanat sonu olmayan, mesaisi olmayan tek meslek. Aklımda kalabalıklar içinde ama yalnız bir heykeltıraşın gençlere verdiği öğüt var: “Esas olan duygulanmak, sevmek, umut etmek, titremek ve yaşamaktır. Sanatçı olmadan önce insan olun.”
Caner Karakaş’ın sonraki röportajı: https://onurerem.com/2012/11/14/sansurlere-dur-demek-icin/
Geri bildirim: ‘Sansürlere dur demek için’ | Onur Erem