Romanya’dan İrlanda’ya göçen 3 gencin yolların kesişmesini anlatan Kebap, aylardır büyük bir seyirci kitlesini salonlara çekiyor. Biletleri günler öncesinden bitebilen oyunun başrollerinde Arda Çetinkaya (25), Gülce Oral (25) ve Görkem Kasal (22) oynuyor. Görkem ve Gülce Bilgi Üniversitesi Sahne Sanatları’nda, Arda ise Kadir Has Tiyatro bölümünde okuyorlar. Bu genç ve başarılı oyuncular, sahnede kendilerine eşlik eden 7 kişilik Erkekler Dünyası korosuyla büyük bir uyum içindeler, kendi deyimleriyle “10 kollu bir ahtapot”a dönüşüyorlar. 15 yaşındaki bir karakterin yaşadıklarını anlatmasına rağmen 18 yaş sınırı bulunan bu sıradışı oyun hakkında başrol oyuncuları ile bir röportaj yaptık.
ONUR EREM – BirGün – 2011
Actors Without Borders’a nasıl dahil oldunuz? Nasıl bir oluşum bu?
GO: Zişan Uğurlu Kadir Has ve Bilgi üniversitelerine atölye vermeye geliyordu, kendisiyle orada tanıştık. Sonra New York’ta bir ay boyunca her gün yoğun bir şekilde birlikte çalışabileceğimiz bir atölye açacağını söyledi. Buradan üçümüz gittik. Zişan hoca oyunculuğu çalışmanın en iyi yolunun oyun çalışmak olduğunu düşünüyordu, o yüzden kendisinin seçtiği Kebap oyununu çalışmaya başladık. Önce sahneleme planımız yoktu, ancak Zişan hoca ortaya çıkanlardan memnun oldu ve oyunun haklarını alarak sahnelemeye hazırlandık.
Zişan hoca buraya gelerek oyuna koroyu, Erkekler Dünyası’nı ekledi. Bir süre de Erkekler Dünyası ile çalıştık, ve 5 günlük yoğun bir provadan sonra prömiyer yaptık. Actors Without Borders – İstanbul öyle ortaya çıktı.
Oyun çok yoğun bir ilgiyle karşılandı, biletler günler öncesinden bitebiliyor. Böylesine yoğun bir ilgi bekliyor muydunuz? Neye bağlıyorsunuz bu ilgiyi?
AÇ: Özel tiyatroda ben bu kadar ilgi beklemiyordum. Ama oyunun sloganında şiddet, pornografi, erkekler dünyası gibi kelimelerin kullanması seyircinin ilgisini çekiyor. Biraz da izleyenlerin reklamını yaptığını düşünüyorum, çünkü oyunu 2-3 kez izleyen insanlar da oldu. Şu an kumbaracı50 ve Mekan Artı’da oynuyoruz, kumbaracı50’nin izleyicisi çok yoğun olduğu için orada hep kapalı gişe oynadık. Oyunu devamlı oynamak çok keyifli bir şey.
GO: Pornografi, erkekler dünyası, güzelim kızlar, ilgi gören konular. Ama oyun ondan çok daha fazlası bence. Oyuna insanları ilk çeken şey, şiddet, pornografi gibi kelimeler olabilir ama bence oyunun sonunda beğenilmesini sağlayan şey o değil, oyunun derdinin çok çarpıcı bir dille ortaya koyulması bence.
Oyunun bir bölümünde Madalina karakteri sokağa çıkıyor, o anda kamerayla çekilen görüntüler canlı olarak sahnedeki bir yatağa yansıtılıyor. Her oyunda sokağa çıkıp orada oynamaya devam ederken sokaktan geçen insanlar “ne oluyor burada?” diye yanınıza geliyor mu?
GO: Taksiler duruyor bazen, camdan sarkıp bakıyorlar. Gelip geçenler bakıyor. kumbaracı50’den Onur sürekli dışarıda durup ortalığı kolaçan ediyor zaten, herhangi bir olaya karşı. Yoldan geçen insanlar çekim olduğunu anlıyorlar, çünkü kalabalık bir ekip aşağı iniyor, ışıklar taşıyorlar, ben erkeklerden oluşan bir çemberin içinde duruyorum.
Erkeklerden oluşan bir çemberin içinde durduğunuz başka sahneler de var, özellikle sahnede üstünüzü değiştirirken. Çemberin içerisinde olmanızın özel bir anlamı var mı, yoksa sadece hızlıca soyunup giyinmek için işlevsel bir araç mı?
GO: İkisi de bence. Hem bir anlamı var, hem de işlevsel.
AÇ: Biz ona pit-stop diyoruz, çemberin içine girip herkesin yardımıyla birkaç saniyede üstünü değiştiriyor.
GO: Bir sahnede üzerime kapanıp yiyor beni Erkekler Dünyası, “bzzz” diye sesler çıkartarak. Dayak sahnelerinde de öyle. Bir anda kızın üstüne atlayıp sonra bir anda geri açılmaları Zişan’ın bilinçli bir tercihi. Ayrıca dayak sahnelerinde üstüme kapanmaları sayesinde vuruşların yapmacık olup olmadığı anlaşılmıyor.
Erkekler Dünyası oyunun orjinalinde de var mı?
AÇ: Metin üç kişilik, Erkekler Dünyası tamamen Zişan Uğurlu’nun fikri.Sahnede 1 kadın ve 9 erkek olması, kadına yönelik algıyı simgeliyor. Erkek oyuncuların elini çırptığı zaman herkesin hareket etmesi, erkeğin kadına üstünlük kurmasını anlatıyor.
GO: Bir yandan da gerçekten erkekler dünyasında yaşıyoruz, sokakta da öyle, her yerde öyle. Bazen oyun için “oyun hep kızın üzerinde, sadece onun hikayesini anlatıyor, göçmen sorununa yeterince değinmemiş” gibi eleştiriler alıyoruz. Bu Zişan’ın tercihi, çünkü kadının dünyadaki yeri gerçekten çok büyük bir sorun.
Oyuna hazırlanış sürecinden biraz bahseder misiniz?
GK: Çok Her sabah 9’dan 7’ye kadar çok yoğun çalışıyorduk, vücudumuzu bu kadar uzun süre kullandığımız için sabahları yataktan kalkamıyorduk. Sabah birbirimizi uyandırabilmek için birlikte yatıyorduk. Kolay bir süreç değildi, temposu ve içeriği açısından. Oyun benim hayatımı etkiler olmuştu. “Napıyorum ben?” diye sormuştum kendime. Yaptığınız için içerisinde yaşamak akıl sağlığı açısından çok iyi bir şey değil, bu oyunlar için de geçerli. Oyunun içeriği çok sağlıklı olmadığı için biraz kötü olmuştum, ama sonra dengeyi tutturmayı başardım.
Oyundaki gibi saçların dökülmemiştir umarım stresten?
GK: O kadar da değildi.
AÇ: Her oyunda saçına yumurta sürünce dökülmez zaten.
GK: İşin sonunda ekibinle, arkadaşlarınla eğleniyorsun sonuçta. O durumun kırılması bütün ekip açısından çok iyi oldu ve büyük bir ivme kazandık.
AÇ: Prova bittiğinde 5 dakika bir sessizlik oluyordu, herkes yuvasına çekilip toparlanıyordu. ABD’den döndüğümüzde provalar çok yoğun geçti, ve oyunu son derece gerçekçi oynar olduk. Gülce’ye şiddet uyguladığım sahnelerde çıkardığı sesler bile son derece gerçekçi oldu. Bu durum ruhsal olarak da etkiliyor, gece yatağa yattığınızda “ne oluyor?” diye soruyorsunuz kendinize. Bu kadar gerçekçi oynayıp seyirciyi etkileyebilmemiz, bizi de çok eğlendiriyor.
Oyun sırasında vücutlarınızı son derece zorlayacak hareketler yapıyorsunuz, bu bir kazaya veya sakatlığa neden oldu mu?
GO: Zişan hoca son geldiğinde beş gün üstüste çalışıp hemen sonrasında oyunu sahneleyecektik. Bir buçuk aydır kendi kendimize çalışıyorduk. İlk yaptırdığı şey, dövüş sahnelerini daha gerçekçi kılmak için bize yalancı boks çalıştırmaktı. Orada daha ilk çalışmada Arda bana sağlam bir yumruk attı yanlışlıkla.
AÇ: Hayatımda attığım ilk yumruktu, o da bir kadına geldi.
GK: Sizin de söylediğiniz gibi Kebap çok fiziksel bir oyun, herkes sahnede başımıza birşeyler gelecek diye beklerken ben İstiklal Caddesi’nin sürekli oynayan taşları yüzünden ayağımdaki bağları yırttım. Bu yüzden bir oyun iptal etmek zorunda kaldık.
GO: Görkem iyileşti, oynayabilmeye başladık, bu sefer de ben dans dersinde ayağımı çatlattım.
Oyunda Bogdan karakteri ne anlatıyor? Voicu’dan kurtulmak isteyip kurtulamamsının nedeni kendi güçsüzlüğü mü, yoksa Madalina’nın varlığı mı?
GK: Bence ikisi birden. Oyunu ilk okuduğumdan beri Bogdan karakteri diğer iki karakterden çok farklı, sahnede iki elma bir armut var diyebiliriz. Zengin olmasa da maddi imkanları çok kötü olmayan, linsansı bitirince yüksek lisansı yurtdışında yapmak isteyen, Romanya AB’ye girdi diye hemen İrlanda’ya giden bir adam. Uyum sürecini aşamayınca adamda bir eziklik yaşamaya başlıyor. Madalina onun için bir fırsat ve bir ekmek kapısı olmaya başlıyor. Okulda yapması gereken şeyleri de Madalina’dan nemalanıyor. Oyunda en kötü karakter Voicu gibi gözüküyor, ama bence en ahlaksız adam Bogdan. Bilgi birikimi olan bir adam, çalışmalarını başka şekilde yapabilir, başka iş bulabilir ve hayatına başka bir yön verebilir, ama o kolaya yatıyor. Bir süre sonra üçü bir organizma oluyor ve Bogdan oradan çıkamıyor. Voicu bütün pasaportlara el koyduğu için orada bir mahsur kalma durumu da var.
GO: Bogdan’ın gösterdiği kadına karşı şiddet videosunu provalardaki kayıtlardan Bora Dayanıklı hazırladı. Orda da şöyle bir trajedi var, sanki “oyunun mesajı da bu” gibi çıkıyor, ama şöyle bir şey var: Zaten kızı gebertmişsiniz, bir de onun videolarından para kazanıp aile içi şiddeti eleştiren reklamlar yapıyorsunuz. Böyle bir dünyanın içerisindeyiz, Bogdan bu kelimelerin altında saklı aslında. Oyunun sonunda ilk defa sadece bir kere için Madalina Bogdan’a kamerayı tutuyor. Orada da anlatılmak istenen şey, Bogdan’ın da artık reklamcı zihniyetiyle bu sistemin bir fahişesi oluyor.
Oyunda bütün kötülüklerin kaynağı Voicu’ymuş gibi duruyor, hem Madalina’ya davranışı ve onun ölümüne giden yolda, hem de Bogdan’ın hayatına etkisinde bunu görebiliyoruz. Nedir Voicu’nun derdi?
AÇ: Voicu, Madalina ve Bogdan’dan 2 sene önce İrlanda’ya gelip vatandaşlık alıyor. Diğer iki karakter İrlanda’ya geldiğinde İrlanda, gelenlere vatandaşlık vermemeye başlamış durumda. Voicu da bu durumdan nemalanıyor. Devamlı aile ve memleket özlemi çeken, vicdanı olan bir adam, ama bunlar çok bastırılmış. Benim kafamda ona yazdığım özgeçmişte, Voicu İrlanda’da çok kötü günler geçirmiş. Ne iş yaparsa yapsın kendi işinin patronu olmak isteyen bir adam. Madalina’ya değer vererek başlıyor, kafasında onu satma planı olsa bile, ama o pis iş onu oyunun sonundaki haline getiriyor. Hayatta kalma çabası içerisinde. Voicu karakteri tembel, parazit bir adam, kızı dışarda satıyor, sonra üşeniyor uğraşamam deyip evde satıyor.
GO: Üçünün durumu da öyle, hepsi hayatta kalmanın ve paranın peşinde. Kimse sütten çıkmış ak kaşık değil oyunda. Madalina da dahil. Madalina’ya kadın olduğu için yazık oluyor aslında, bir tek o Jennifer Lopez olamıyor. Onun dışında biri para kazanıyor, diğeri bitirme projesini gerçekleştiriyor.
Madalina 15 yaşında olmanın getirdiği çocuksu bir mutluluğa sahip, ama hayat ona karşı çok acımasız. Böyle bir karakteri oynamak zor muydu?
GO: Madalina’nın oynadığım diğer oyunlardaki karakterlere kaçmasından endişeleniyordum. Benzer karakterler olmasa da sahneleri benziyor. Oynadığım karakterlerin üçü de dayak yiyen karakterler. İzleyenlerde “aa, bu kız burada da dayak yiyor”, “ne olacak bu Gülce’nin hali” gibi bir hissiyat oluşmasından endişelenmiştim. Oyunun fizikselliği çok zorlayıcıydı. Madalina’nın 15 yaşında olması da biraz sıkıntı yaratabilir diye düşünmüştüm.
Genç tiyatrocular olarak bu mesleği profesyonel olarak devam ettirmek isteyen lise-üniversite çağındaki gençlere ne tavsiyeler verebilirsiniz?
AÇ: Ben şu an öğrenciyim, ailemden maddi olarak destek alıyorum. Bu oyunu 15 kere oynadık, oyun bir para kazandırmadı, tiyatrodan kesinlikle para kazanma şansın yok. Ancak bir kuruma girmen lazım, ama belediye tiyatroları veya Devlet Tiyatroları gibi kurumlarda ne kadar sanat yapılabilir tartışılır. Ama maalesef para kazanmak için bir dizide oynamak zorundayız. Sadece tiyatroda değil, sinemada da para yok. Tiyatroyu bir hobi olarak yapmak zorundayız. Zişan hoca ABD’deki tiyatrocular için de aynısının geçerli olduğunu söyledi.
GO: Tiyatrodan para kazanan insanlar yavaş yavaş oluyor galiba, ve bence olmalı da. Bizim biletlerimiz çok ucuz. Bu kadar da ucuz olmasına gerek yok bence. Ortada gerçekten bir ter var. Dekor kurup oyun oynuyoruz, sonra dekor söküp taşıyoruz. Sadece yaptığımız iş güzel diye bundan para kazanmıyor oluşumuzla cezalandırılmayı haketmiyoruz. Bu genel toplumsal bir algı bence. Avrupa’da oyun oyna ve para kazanma gibi bir durum yok. Bazı iyi, özel, alternatif tiyatrolara çok pahalı oldukları için kızıyoruz ama belki de aslında kızmamız lazım. Şu an bizim oyunumuz sinemadan ucuz.
GK: Biz ABD’de Denzel Washington’u tiyatroda izlemek istediğimizde bilet fiyatlarının 400 dolar olduğunu öğrendik. Oyun fiyatları genelde 60-70 dolar arasındaydı.
GO: Fiyatlar o seviyede olmalı demiyoruz da, 10 lira da olmasın. Biletler daha pahalı olmalı. Herkes izleyebilsin diyerek fiyatları 10 lira yapıyoruz, ama herkes izlemeye gelmiyor zaten. Sadece belli bir kısım izliyor. Mesela biletler 40 lira olursa oyunu izlemeyecek insanlar olabilir, ama izlemek isteyenler için de ücretsiz günler düzenlenebilir. Başka yerlerde bedava oynayabiliriz. O bize ayrı bir motivasyon da verir. Buranın izleyicisi para verebilecek durumdaysa ondan alalım, ama gidip Eyüp’te bir okulda, ya da bir dernek adına ücretsiz oynayalım. Herkesin ulaşabilirliği açısından böyle bir model uygulanabilir. Cebine birazcık birşeyler girmesi, senin bir meslek yaptığını hissettirir.
AÇ: Ben Krek’in iki işini izledim, 25 liraydı fiyatı, ama izlediğin zaman da “son kuruşuna kadar hakettiler” diyorsun. Bu algıyı kurabilmek de önemli.
GO: Zişan “bu ülke tiyatro ülkesi değil, müzik ülkesi” demişti. Konserlere hepimiz neyse parası veriyoruz, ama tiyatroya verince çok geliyor. Sokak tiyatrosu ve ortaoyun kültüründen geliyor olmamız nedeniyle belki de tiyatroya para vermek istemiyoruz.
GK: Oyunculuğu profesyonel olarak yapmayı düşünen gençlere bir tavsiyem de kesinlikle pes etmemeleri ve işi kovalamaları.
AÇ: Bu işi bırakmak için o kadar çok sebep var ki, ancak gerçekten isteyenler devam edip başarıya ulaşabilir. Bu iş öyle bir iş ki, günün sonunda “ağzında sakızı olan kişi” haklı çıkabiliyor. Oyuncu-yönetmen ilişkileri çok sert noktalara ulaşabiliyor. Gerçekten istiyorsanız bunlarla baş etmeyi öğreniyorsunuz.
Sahnedeyken seyircileri nasıl görüyorsunuz? Bir kişinin sakız çiğnemesi gerçekten oyuncuları etkiler mi?
GK: Seyircilerin, oyuncuları farkındalıkla izlemesi çok önemli. Ağızdaki sakız, çok konuşan insanlar ya da telefonun çalması bizi etkiliyor.
GO: Seyirci tabi ki sıkılabilir, bu ayıplanacak bir şey değil. Seyircinin de orada bir performansı var aslında, bir şeyi izleme performansı. Kimse evinin koltuğunda DVD izler gibi izlemiyor sonuçta. Bizim oynadığımız black box tarzı sahnelerde seyirci, İtalyan sahnelerde olduğu gibi karanlıkta değil, insanları gayet görebiliyorsunuz.
AÇ: Sakız olayı çok yanlış yerden tartışılıyor. Oyunu ben de izledim daha önce, o sahnede oyun duruyor ve oyuncular izleyiciyle temas kuruyor. Bence bir oyuncunun o sahnede izleyicinin ağzındaki sakızı farkedip onun taklidini yapması, o cesareti bulması çok iyi bir şey bence. Biz de oyunda bir sahnede seyirciye dönüp “bazı gerizekalılar” diyoruz. 2-3 yıldır dolu salonlara oynayan bir oyunun, izleyicilerden biri önemli birinin kızı diye eleştirilmesi çok yanlış. Kültür bakanı, seyirciyle göz teması kurulmasını eleştirmiş, böyle bir şey olabilir mi?
GK: Seyircileri oyunun içine katmak kötü bir şey değil.
GO: Tepki almaya alıştığımız sahnelerde seyircinin bir tepki vermesi çok güzel bir şey. Bisiklet kullanmayı ilk öğrenirken birinin arkadan destek vermesi gibi.
GK: Seyirci vitesi yükseltiyor da diyebiliriz.
Kebap, seyirciye çok yakın oynanan bir oyun, göz teması da kuruyorsunuz, Sümeyye Erdoğan gibi tepki gösterenler oldu mu oyununuza?
AÇ: O şekilde bir tepki almadık, büyük ihtimalle öyle bir kafa yapısına sahip insanlar bizi izleme gelmediği için. Sahneye çıktığımızda duyduğumuz o heyecan için bu işi yapıyoruz aslında. Ben birşeyler söylediğimde insanların gülmesi veya bir tepki vermesi bizi mutlu ediyor. Her oyundan sonra ışık masasındaki arkadaşlara gidip iyi tepki alıp almadığımızı soruyoruz mesela. Bir dizi ve sinemada, tiyatroda verilen o sıcaklık yok.
Tiyatrocuların üzerinde büyük bir baskı var. Daha önce bir meleğin hayat kadınının bedenine girmesini anlatan bir oyun, daha prova aşamasındayken Vakit Gazetesi’nin haberi yüzünden Kumbaracı50 kapatılmıştı. Şimdi de Başbakan’ın kızının olayının ardından Kültür Bakanı “Devlet Tiyatroları’nı kapatsak mı acaba?” tarzında konuşmala yapmaya başladı. Bugüne kadar her şey alttan alttan sinsice yapılırdı, artık bu iktidar döneminde herşey açık ve net yapılıyor, ve bunun karşısında hiç bir şey yapamıyorsun. Üzücü, yapacak bir şey yok ve umudumuz sürekli geriliyor.
Biraz da sahnedeki 7 kişilik Erkekler Dünyası’ndan bahsedelim.
GO: Onların da hepsi bizim gibi öğrenci. Ya Arda’nın ya da bizim sınıf arkadaşlarımız. Oyun kesinlikle 10 kişilik bir oyun. Bir keresinde 7 kişiden biri gelememişti, sahnede elimiz ayağımıza dolandı. 10 kişilik bir organizmayız biz. Daha profesyonelliğin başında olduğumuz için her seferinde bunu sahnede hissedemiyoruz, ama bazı anlar oluyor, sahnede bir ahtapot gibi bir organizmaya dönüşüyoruz. Erkekler Dünyası özellikle benim enerjimi çok değiştiriyor. Giydiriyorlar, yerde kaydırıyorlar. Onların çok iyi olmaya başladığı andan itibaren biz de çok iyileştik, çünkü kendimizi rahatça oraya bırakabildik. Oyun 10 kişilik olmasa bu kadar ilgi görmez.
AÇ: Dışardan bakınca üç başrol oyuncusu ve arkada bir koro olarak algılanabilir, ama biz hiç öyle hissetmiyoruz. Hepimizin kenetlenmesi oyunu daha da ileriye taşıyor. Oyunun ritmi de hayat gibi çok hızlı, televizyon zaplarmış gibi geçiyor sahneler, çünkü hayat da böyle bir şey.Evinde porno izleyip gelen seyirci porno izlemenin arkasında ne var, görüyor. İnsanlar onu izlenip keyiplenirken, bu işin arkasında yatan gerçekliği gösteriyorlar.
Oyunun son 5-10 dakikasını yerde sandalyelerin altında yatarak geçiriyorsun, o anda ne düşünüyorsun, ne hissediyorsun?
GO: Yerin çok soğuk olduğunu hissediyorm. Oyun bir an önce bitsin, seyirciler hemen çıksın istiyorum. Orada yatarken pek bir şey görmediğim için oyun bittiğinde ve seyirciler çıktığında ekipten biri gelip beni kaldırıyor. Yatarken bir yorgunluk hissetmiyorum, ama kalkarken üstümden bir oyunun geçtiğini hissediyorum. Üstümden bir tren geçmiş gibi oluyorum.
AÇ: Oyunun sonunda biz seyircinin hemen dibinde oluyoruz. Sana bakmaları, “alkışlıyor muyuz”, “bitti mi” gibi konuşmaları duyuyorum. Bir de Mekan Artı’da oyunadığımız zaman oyunun sonunda kapının yanında oturuyorum, insanlar alkışlayıp o hissi üzerlerinden atamadıkları için geçerken omzumu tutup, sırtıma vurup “helal olsun”, “çok iyiydi ya” diyorlar.
GO: Bir keresinde Kumbaracı50’de yerde yatarken, oyun bittikten sonra seyircilerden biri salondan çıkarken omzumu öptü.
AÇ: Oyunun bitiminde izleyenler alkışlayıp oyuncuların çok iyi olduğunu ifade edemediği için, o hissiyatı üzerlerinden atamıyorlar. O baskıyla dışarı çıkmaları çok güzel bir şey. Oyundan çıkan insanların bir süre oyunun mesajını düşünmesi çok iyi bir şey.
AK: 80 dakika boyunca oyunda anlatılan yaşanmışlığı gösterdikten sonra, hiç bir şey olmamış gibi “evet bu bir oyundu” diyerek selam vermiyor olmamız daha iyi bir tercih. Bir tek prömiyerde selam verdik, o da prömiyer izleyicisi olduğu için. Çok saçma, salak bir selamdı. Yönetmenin tercihi de selam vermememiz yönündeydi.
GO: Şöyle bir yanı da var, nasıl ki seyirci için oyun bitmemiş oluyor, seyirci oyunun etkisinden çıkamıyorsa, aynısı oyuncular için de oluyor. Bir alkış ve “evet bu bir oyundu ve bitti” düşüncesi oluşmadığı için o gerginlik bizde de kalıyor.
GK: Sonra dekor taşırken hissediyorsun onu, o yorgunluğun üstüne bir de çamaşır makinası taşıyınca “evet bitmiş oyun” diyorsun.
Kebap’ı başka şehirlerde oynamayı planlıyor musunuz?
AÇ: Oyunun bir fizikselliği olduğu için Erasmus öğrencileri de gelip izliyor. Dilden bağımsız olarak verilmek istenen bir çok mesajı alabiliyorlar bu sayede. ABD’ye gidip 4 gün üst üste Türkçe olarak da oynayacaktık, ancak para bulamadık. O fizikselliği yabancı bir izleyici kitlesiyle paylaşmak bizim açımızdan çok iyi bir tecrübe olurdu. Oyunu Türkiye’de de başka şehirlerde oynamayı çok istiyoruz, ama bunu ayarlayacak bir yapımcı bulamadık. Özellikle Karadeniz’de oynamak isterdik, çünkü orada çalışan kadın olgusu, Rus kadını olgusu ve kadına şiddet daha ön planda. Bu olayları bir de bu açıdan o insanlara göstermek isterdik. Belki çok büyük bir tepkiyle karşılanırdı, ama yine de göstermek ve paylaşmak isterdik. Actors Without Borders olarak seneye yeni oyunlar da ekleyebiliriz. Zişan hoca, bu işinj eğitimini alan gençlerle ve onların enerjileriyle yeni oyunlar çıkartmak istiyor, bu yaz yine ABD’de bir atölye yapacağız.
GO: Tek sponsorumuz Dimitrie Cantemir Romen Kültür Merkezi. Oyunun haklarını ödediler yazara, Galata Perform’un metini çevirmesinde yardımcı oldular, oyun ekibine de biraz para verdiler, bir moral oldu bizim için. Bize gözleri kapalı sahip çıktılar.
AK: Zişan hocanın şöyle bir yorumu var oyunda, herkesin tek sıra olması, bizim orda oturmamız ve çamaşır makinasıyla buzdolabının da bizimle aynı hizada olması aslında kadını ne kadar obje olarak kullansak da oyundaki herkesin bir obje olmasını anlatıyor. Bu sistemde bir buzdolabı kadar değerlisin mesajı var. Beni keyiflendiren şey oyunun çok tepki alması, ya çok seviyorlar, ya hiç beğenmiyorlar. Ortalama bir iş olmadığı için, bunun içinde yer almak ve bir yerleri kurcalamak güzel bir his.
Beğenmeyenler niye beğenmiyor?
GO: Devamlı hızlı tüketilen bir şey var oyunda, zaten eleştiri orada. Bazı insanlar oyundaki karakterlerin değişiminin iyi gösterilmediğini söylüyor. Ama zaten o karakterlerin trajedisi bu, değişmiyor, değişemiyorlar. Tabi ki oyunun başındaki noktalarıyla sondaki noktaları arasında bir fark var ama gerçek bir değişim değil bu. Son ana kadar “evleneyim, çocuğumu doğurayım”, “Jeniffer Lopez olayım” hevesi bitmiyor. Hep işimin en iyisi olayım isteği var, tam da bu sistemin çocukları.
GK: Genelde klasik tiyatro sevenler beğenmiyor. Bir estetik kaygısı, temiz küfürsüz dil kaygısı olanlar, seyircinin sahneden ayrı olmasını sevenler beğenmiyor. Ama bunlar varolan gerçeklikler, esas bunları göstermezsek seyirci uzaklaşır.
AÇ: Bu oyunu tam olarak bir akıma oturtamadıklarından da kaynaklanıyor. Oysa Kebap, bir çok akımdan beslenen bir oyun. Bugün Hamlet’i İngiltere’de deri ceketle oyunuyorlar. Biz üst sanat yapmıyoruz, üstsüz sanat yapıyoruz!