Avrupa’da Romanların durumu içler acısı

Avrupa Roma ve Göçebe Forumu Başkanı Rudko Kawczynski İstanbul’daki konuşmasında, geçen yüzyıl Ku Klux Klan’ın siyahlara yaptığının bugün AB ülkelerinin Romanlara yaptığından bir farkı olmadığını söyledi

ONUR EREM

Roman Çalışmaları Konferansı Çarşamba günü İstanbul Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda başladı. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kadir Topbaş ve Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan’ın da katıldığı toplantıda konuk konuşmacı Avrupa Roman ve Göçebe Forumu (ARGF) Başkanı Rudko Kawczynski bir konuşma yaptı.

En geniş çaplı Roman örgütü olan ve Avrupa Konseyi’nin danışman üyesi olan ARGF’nin Başkanı Kawczynski konuşmasına “Bugün Avrupa toplumlarındaki Roman sorununun nedeni Romanların eğitimsizliği, yaşam kalitesinin düşüklüğü, çocuk ölümlerinin fazlalığı değil. Aksine bunlar toplumdaki ırkçılık ve ayrımcılığın sonuçları” diyerek başladı.

ETNİK TEMELLİ DEVLETLE ÇÖZÜM ZOR

Etnik temelli ülke anlayışı değişmediği sürece Roman sorununun çözümü zor olduğunu anlatan Kawczynski, Romanların yaşadıkları topraklarda yabancı hissetmelerinin, sürekli sürülmelerinin kökünde de, 2. Dünya Savaşı’nda 500 bin Romanın soykırıma uğramasının da kökünde de bu etnik temellilik olduğunu söyledi. ARGF Başkanı sözlerine şöyle devam etti:

“Bugün Avrupa’da Romanların durumu kötüye gidiyor. Doğu Bloku’nun yıkılmasıyla başlayan bu süreç hızlanarak devam ediyor. Basında nefret kampanyaları yürütülüyor.

Ku Klux Klan’ın siyahlara yaptığını bugün Avrupa Birliği ülkeleri Romanlara yapıyor. Maalesef ırkçılık AB kültürünün bir parçası haline geldi. Bundan sadece Romanlar değil diğer azınlıklar da muzdarip. AB bununa savaşmayı beceremedi. Romanların Türkiye’deki ve AB’deki durumunu karşılaştırdığımızda maalesef artık AB’nin Türkiye’den bile kötü olduğunu söyleyebiliriz.”

TÜRKİYE’DE DURUM GERÇEKTEN İYİ Mİ?

Rudko Kawczynski’nin konuşmasının ardından panele geçildi. Türkiye ve Avrupa’da Romanlar başlıklı panelde Sıfır Ayrımcılık Derneği’nden Elmas Arus, Adnan Menderes Romanlar Uygulama ve Araştırma Merkezi’nden Didem Evci Kiraz, Berlin Özgür Üniversitesi’nden Hristo Kyuchukov ve Manchester Üniversitesi’nden Yaron Matras konuştu. Genel olarak Türkiye’de hükümetin Romanlara karşı değişen söyleminin övüldüğü toplantıda Romanların Türkiye’de yaşadıkları sorunlardansa pek bahsedilmedi. Devletin büyük katılım ve desteğine yorduğum bu durum bazı izleyicilerin de tepkisini çekti. Panelin ardından geçilen soru-cevap bölümünde Sulukule’de Romanlarla mücadele vermiş bir aktivist de bu sıkıntısını “Neden bugün bu konferansta kentsel dönüşüm konuşulmuyor? Romanlar kentsel dönüşümle tehdit edilirken biz nasıl Türkiye’deki durumun AB’den iyi olduğunu söyleyebiliriz” diyerek dile getirdi. Sorusunu yanıtlayan Elmas Arus ise “Kentsel dönüşüm Romanları hedef alan bir uygulama değil. Kentsel dönüşüm bütün toplumu hedef aldığı için bunu Roman konferansında tartışmıyoruz” dedi.

‘ERDOĞAN SÖZ VERDİYSE, TOPLUM BÜYÜK BASKI UYGULAYABİLMELİ’

Avrupa Roman ve Göçebe Forumu (ARGF) Başkanı Rudko Kawczynski panelin ardından BirGün’ün sorularını yanıtladı:

>> Bugünkü toplantıda kentsel dönüşüm başta olmak üzere Romanların pek çok büyük sorununun tartışılmaması, sadece hükümetin güzel şeyler yaptığı, Türkiye’nin iyiye gittiği gibi soyut şeylerin söylenmesini neye bağlıyorsunuz?

Bu tür toplantılarda böyle şeyler olabiliyor. Toplantıyı düzenleyenlerden Gypsy Lore Society toplantıların siyaset eksenli olmasındansa kültürel eksenli olmasını tercih ediyor.

>> Toplantıda Avrupa’daki durumun Türkiye’den daha kötü olduğunu söylediniz. Bu Türkiye’nin başarısı mı, Avrupa’nın başarısızlığı mı?

Şöyle söyleyeyim. Batı Avrupa’da yaşadığımız en büyük sorun kültürümüzün doğu kültürü olması. Bu yüzden Batı Avrupa’da zenofobik, islamofobik ayrımcılıklar olabiliyor.

Buradaysa durum daha farklı. Kültürleri veya dinler yüzünden ayrımcılık görmüyor Romanlar. Buradaki sorunlar, toprağından atma, kentsel dönüşüm gibi devlet uygulamaları. Şehirler büyüdükçe arsalar değerleniyor ve en zayıf halka olan Romanlara saldıran sermaye onları toprağına el koyuyor. ABD de bu işin içinde. Örneğin Trump Towers, Romanların elinden alınan topraklarda yükseldi.

Bu açından bakınca Türkiye’de Romanların yaşadığı, ABD’deki Kızılderililerin yaşadıklarına benziyor. Daha fazla toprağa ihtiyaç duyan beyaz adam sürekli onların toprağına saldırıp daha fazlasını aldı.

Bu yüzden Türkiye’de yaşanan şeyin temelinde Romanlara karşı duyulan bir nefretin değil ekonominin yattığını düşünüyorum. Ayrıca artık Romanları bir mahalleden çıkartıp o mahalleyi yıktıktan sonra kilometrelerce ötede toplu konut yapıp bu insanların dağın başında oturmasıyla sorunun çözülmeyeceğini anladılar diye düşünüyorum.

Avrupa Birliği’ne baktığımızda Romanların neredeyse her gün topraklarından atıldığını görüyoruz. Hatta bunu AB kendisi finansa ediyor. Türkiye’de yılda bir-iki kere gerçekleşmesinden şikayetçi olduğumuz şey AB’de hergün oluyor. Bu yüzden AB’nin durumu çok daha kötü. Türkiye son 2 yılda AB’nin 40 yılda yaptığından daha fazla ilerleme yaptı.

>> Örnek verebilir misiniz bu ilerlemelere?

Benim kastettiğim şey siyasal taahhütler. Türkiye’de hükümetin Romanlar konusunda söylediklerini, verdiği sözleri AB’de bugüne kadar kimsenin ağzından duymadık. Merkel veya Holland asla çıkıp “Romanlar bizim insanımızdır” demez, hayatta duyamazsınız böyle birşey.

>> Söz vermeyi ilerlemeden sayabilir miyiz? Türkiye’de Başbakan Erdoğan her kesim için çok güzel konuşur, sözler verir ama uygulama genellikle tam tersi olur.

Tabi ki ilerlemeden sayabiliriz. Çünkü eğer bir başbakan bir söz verip bunu yerine getirmediyse toplum onun üzerinde baskı kurarak bunu gerçekleştirmesini sağlayabilir. Dünyanın her yerinde bu böyle, demokrasiler böyle işler. Eğer Türkiye’de toplum bunu yapamıyorsa bu başkabanın değil, toplumun suçu.

Her şeyin bir anda olmasını beklemek doğru değil. Bunlar başlangıç. Bugünün Türkiyesini 20 yıl öncenin Türkiyesiyle kıyaslarsanız ne demek istediğimi anlarsınız. Türkiye’de hiçbir şey mükemmel değil, ama iyileşiyor. AB ise dünya çapında ‘insan hakları’ diye konuşurken her yıl daha da geriye gidiyor.

Diğer azınlıklardan farklı olarak ayrılıkçı halklar değiller Romanlar. Hiçbir ülkede bağımsızlık talebimiz olmadı. Yeraltı örgütlenmemiz, gizli ordumuz yok. Terör eylemleri de yapmıyoruz. Buna rağmen sürekli saldırıya maruz kalıyor, sürekli öldürülüyoruz. Avrupa Konseyi ve AB’nin Romanları yoketmek için izlediği bilinçli politikanın sonucudur bunlar. 800 yıldır aynı baskıyla karşı karşıyayız.

Umarım Türkiye AB üyesi olur. Çünkü Türkiye AB’deki bu sorunları çözebilecek bir ülke.

>> Romanların sorunlarının çözülmesi için ne gibi somut adımlar atılması lazım?

Türkiye’de de AB’de de Romanların yüzde 95’i artık dillerini konuşamıyor. Bu yüzden dil neredeyse yokoldu. Devletin bu konuya acilen el atarak Romanlara anadillerinde eğitim vermesi, yokolmaya yüz tutmuş bu dili canlandırması lazım.

Her ülkenin kendi insanlarına farklı toplumsal gruplar arasında veya azınlıklarla nasıl birarada yaşayabileceklerine dair dersler vermesi lazım. Farklılıkların birarada yaşayabilmesi çok önemli ve bunun eğitimi çocukluktan başladı.

Uluslararası dayanışma şart. Avrupa Birliği ekonomiye dayalı bir birlik olarak ortaya çıktığı için insanı hiçbir zaman merkeze koyamıyor. Benim bahsettiğim insan temelli bir birlik ve dayanışma. Kapitalizm bütün AB projesini çökertmek üzere. Kapitalizmden kurtulmamız şart. Azınlık gerilimleri yaratarak ülkelerdeki güçler dengesini korumaya çalışan bir sistem bu.

>> AB’de son seçimlerde sosyalist partilerin oylarını arttırması ve bazı ülkelerde iktidara gelmeleri Romanların durumunu olumlu etkiler mi?

Kesinlikle hayır. Bu ülkelerde Romanların seçimlerde aday olamadığını ve oy kullanamadığını da unutmamak lazım.

Slovakya bu konuda güzel bir örnek. 4 milyonluk ülkede 1 milyon Roman, 1,75 milyon Macar var. Macarların yarısı da Roman. Yani ülkede 2 milyona yakın Roman var – ülkenin yarısı. Kendi etnik temelli devletini kurmak isteyen Slovaklar, Romanların seçimlerle iktidara gelebileceğinden korkuyor. Bu yüzden Roman çocuklarını normal okullara değil zeka özürlülerin okullarına yolluyorlar. Böylece onları bastırmak istiyorlar.

Avrupa’daki sistem işte bu. Baskı ve korku rejimi. Avrupa ideallerinden çok çok uzakta. Birleşik Avrupa idealinden de çok uzaktayız. Eğer bir siyasetçi “Avrupa hakkındaki ortak algı”dan bahsederse bu bir şakadan öteye geçemez. Almanya da kendini Avrupa’nın merkezi olarak görebiliyor, Türkiye de Lüksemburg da. Birliğin içindeki her ülkenin farklı politikası olunca bunların birini iyileştirmeye uğraşırken diğeri kötüleşmeye başlıyor.

About onurerem

journalist @ birgün newspaper. twitter.com/onurerem
Bu yazı Haber, Söyleşi içinde yayınlandı ve , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s