“Uzak Doğu – Orta Doğu arasındaki ilişki artacak”
Uzak Doğu ile Orta Doğu arasındaki ekonomik ve siyasi ilişkinin artmaya başladığını söyleyen Çin ve Asya tarihçisi Prof. Prasenjit Duara, ABD buna tepki gösterse de bu ilişkilerin artmaya devam edeceğini düşünüyor
ONUR EREM 30.09.2013
2-5 Ekim tarihleri arasında Koç Üniversitesi’nde düzenlenecek Asya İçi Bağlantılar Konferansı’na katılmak için İstanbul’da olan Profesör Parenjit Duara ile Çin’den Orta Doğu’ya Asya’yı konuştuk:
>> Çin Komünist Partisi de parti içinde soldan yoğun eleştiriler alıyor, özellikle neo-liberal politikaları hakkında. Siz ne düşünüyorsunuz?
Bu çok karmaşık bir hikaye. Çin, neo-liberal bir ekonomi haline geldi. Bir çeşit devlet kapitalizmi yarattı. Çok sayıda kamu hizmetini özelleştirdi. Ama bir yandan da hâlâ sosyalist öğeler barındırıyor. Örneğin yoksullara sağlık ve barınma sağlanması, kırsal alanda toprağın kolektif olarak kullanılması. Özel şirketlere toprak satılmadığı gibi kiralamada da en fazla 30 yıl hak tanınıyor.
Bu öğelere rağmen neo-liberal ekonomi çalışma alanında kendini hissettiriyor. Komünist Parti içinde buna soldan itiraz eden grubun önemli isimlerinden biri yolsuzluk karşıtı sosyalist bir söyleme sahip olan Bo Xilai’di. Ancak eşi geçen yıl İngiliz bir işadamını öldürünce Komünist Parti’nin neo-liberal kanadı bunu Bo Xilai’yi parti dışına atmak için kullandı. Bu olayla birlikte Komünist Parti içinde sol muhalefet derin bir yara aldı. Bu olay olmasa da parti içindeki sol cephe Çin’i daha iyi bir yere getirir miydi, emin değilim. Çünkü aynı zamanda çok milliyetçiler.
>> Neo-liberalizme karşı halkın yükselen muhalefeti, Çin gibi gelişmekte olan ülkelerde nasıl bir sonuca yol açabilir?
Hindistan ve Çin’e baktığımda, bu ülkelerde 2005 yılı civarında önemli bir değişim olduğunu gördüm. Hükümetler neo-liberal politikaların toplumda muazzam bir tabakalaşma ve buna karşı bir halk direnişi yarattığını fark etti. Çünkü neo-liberalizm sadece işçi sınıfını değil, bütün toplumu etkiliyor. Müştereklerin özelleştirilmesine halk tepki veriyor.
Bu direnişlerin en dikkat çekici yanı örgütsüz olmaları. Çünkü direnen insanlar aslında toplumun çok farklı kesimlerinden geliyor, farklı ortamlarda, farklı sınıflarda bulunmuş insanlar. Gezi de bunu gösterdi. Bu mesele artık işçi sınıfının burjuvayla çatışması gibi bir basitliğe indirgenemez. Temelde sömürenler ve sömürülenler ilişkisi yerinde dursa da sınıfsal anlamda klasik burjuva-proletarya ilişkisinden çok daha farklı bir noktadayız. Farklı toplumsal gruplar farklı gerekçelerle bu sistemden rahatsızlık duymaya başladığı için ayaklanmalar kitlesel ama geçici ve örgütsüz bir şekilde yürüyor. Çünkü herkes şikayetçi, ama örgütlü değiller.
Çin ve Hindistan hükümetleri 2005 civarında bunun farkına vardı. Latin Amerika bunu çok daha önce fark etmişti. Orada artık iktidarlar klasik neo-liberal politikalar uygulamıyor.
2005’te Çin taşra vergisini kaldırdı. Başka isimlerle aldıkları vergiler, toprağa el koymalar, spekülasyonlar devam ediyor ama bu hükümetin halkına verdiği bir mesajdı. Hindistan’da ise dünyanın en büyük ‘taşrada yaşayanlar için iş garantisi’ projesi hayata geçirildi. Bu projeyle birlikte taşrada yaşayanlar yerel altyapı yatırımı projelerinde çalışmaları kaydıyla halka maaş garantisi vermeye başladı. Bunu israf olarak görenler oldu ama yoksul taşralı halkın durumu eskisine göre çok daha iyi.
>> Bu tarz modellerin klasik refah devleti modellerine göre ne farkı var?
Bu modelde hükümetler daha az neo-liberal hale gelmiyor, 60’lı yıllarda uygulanan modellerin aksine. Kamu-özel işbirliği gibi uygulamalara gidiyorlar. Bu başka bir yaratık. Bu yaratığı Latin Amerika’da da görüyoruz. Örneğin Brezilya’da Lula, neo-liberal uygulamaları terk etmese de yoksullara kaynak aktaracak uygulamalara imza attı. En azından ‘ürünlerimizi satın alabilmeleri için yoksullara para verelim’ düşüncesi var.
Ben de bu yeni yaratığın nasıl bir yaratık olduğu üzerine çalışıyorum. Çünkü bu yaratık da yeni direnişlere yol açıyor. İşçi sınıfı neo-liberal ekonomik politikalardan etkileniyor, ama onlardan daha çok etkilenen, mülklerine el konulan daha marjinal bir işsizler ve mülksüzler sınıfı da yaratılıyor. Özellikle Çin ve Vietnam gibi ülkelerde bazı sosyalist yapılar dururken öte yandan özelleştirmelerin yapılması ilgi çekici toplumsal direniş dinamikleri yaratıyor.
>> Çin uzun zamandır ‘ucuz iş gücü cenneti’ olarak görülüyordu. Bu nedenle devasa yatırımlar çekti. Ama artık Çin’de de işgücü maliyeti artıyor. Çin bir yandan da büyük bir pazar haline geldi. Ülkedeki zengin sınıfın sayısı Türkiye nüfusundan fazla. Çin’e gelen yatırımlar uzun vadede Çin halkının yaşam standardını Avrupa seviyesine çekmeye yetecek mi?
Sermayeyi takip etmek gittikçe güçleşiyor. Çin’e büyük miktarda sermaye girişi devam ediyor ama bunun bir kısmı daha önce yurtdışına çıkmış olan Çin sermayesi. Bir yandan da yeni Çin sermayesi de yurtdışına çıkmaya devam ediyor. AB ve ABD’de büyük Çin yatırımları var ve gittikçe artıyor. Eskiden sermayenin ülkesi çok net belliydi, ama sermaye o kadar küreselleşti ki artık değil.
Çin artık ‘ucuz işgücü cenneti’ olmaktan uzaklaşıyor. Tekstil sektörünün çoğu ülkeden çıktı ve Vietnam, Bangladeş ve Hindistan gibi ülkelere kaydı. Yabancı yatırımlar Çin’in büyümesinin ilk döneminde çok etkiliydi ama artık değil. Şu an Çin’de büyük bir kentli orta sınıf var ve ülkenin profili değişiyor.
>> Peki bu yeni kentli orta sınıf daha fazla özgürlük istediğinde ne olacak?
Beni endişelendiren şey orta sınıfın siyasi taleplerinden çok diğer talepler. Daha çok araba, daha çok su, daha çok gıda ihtiyacı doğacak. Bu doğa için yıkıcı sonuçlara yol açabilir.
Çin’de demokratik talepler açısından büyük bir sorun yok. İnsanlar sınırlarını biliyor ve fazla şikayet etmiyor. Bu sınırlar da var olabilecek siyasi taleplerin yüzde 90’ını kapsıyor. Geri kalan yüzde 10’u söylemedikçe büyük bir sorun olmuyor.
>> Özellikle Orta Doğu’da Rusya-Çin blokunun etkisinin artmasıyla birlikte ABD’nin Asya’daki hegemonyasının gerilediği iddia edilir oldu. Benzer bir durum Asya’nın geri kalanı için de geçerli mi?
1998’deki Asya finans krizinden sonra Çin’in bölgedeki ağırlığı arttığı gibi Asya ülkeleri birbirine bağımlı hale geldi. Artık bölgedeki ülkeler üretim yapmak için birbirine bağımlı. Dış ticaretlerinin yüzde 70’i diğer Asya ülkeleriyle gerçekleşiyor. Bu etkileşimin temelinde ise ASEAN örgütü var. Artık Laos ve Kamboçya gibi ülkelerde Çin yatırımı o kadar fazla ki bu ülkeler Çin’in bir eyaleti haline geldiler neredeyse.
>> Peki Asya’nın doğusu ile batısı arasındaki etkileşimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Uzak Doğu ile Orta Doğu arasındaki ilişki görece daha az. Ama bu ilişkinin önemi artık anlaşıldı. Orta Doğu ülkeleri Uzak Doğu’daki dinamizmi görünce burayla nasıl ilişki kurabileceğini,nasıl bu dinamizmin bir parçası haline gelebileceğini düşünmeye başladı. Özellikle körfez ülkelerinin Uzak Doğu’ya ilgisi arttı. Üniversitelerde Arap-Asya ilişkilerine dair araştırmalar yürütülmesi için milyonlar harcıyorlar.
Çin ise Asya’nın batı tarafında etkisini nasıl artırabileceğini düşünüyor. Bu yüzden Çin’den Batı Asya’ya ve oradan Avrupa’ya gidecek boru ve tren hatları tasarlıyorlar. Bir nevi modern İpek Yolu yaratmak istiyor Çin. Bu da ABD’nin tepkisini çekti. Çin’in Asya’daki etkisinin artmasından rahatsız olan ABD, Avustralya’ya yeni askerler gönderdi, Trans Pasifik Stratejik ve Ekonomik Partnerliği antlaşmasını yarattı.
>> Çin’in Doğu Türkistan politikası Türkiye’deki siyasetçilerin de sıklıkla eleştirdiği bir olgu haline geldi. Şu anda bölgedeki durum nasıl?
Çok kötü. Bölgedeki Çinli nüfus yüzde 60’ı aştı. Doğu Türkistan kentlerine Çin tarafından büyük yatırımlar da yapılıyor. Artık bölgenin kentlerinde büyük stadyumlar var, gökdelenler yükseliyor. Ama tabi ki bunlardan yararlananlar Doğu Türkistan halkı değil, oraya göçen Çinliler.
Asya’nın en heyecan verici örgütü ASEAN
>> Başbakan Erdoğan’ın “Avrupa Birliği’ni bırakalım, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne girelim” sözleriyle ŞİÖ de Türkiye’de önemli bir tartışma konusu haline geldi. Bu örgüt hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu örgüt Çin ve Rusya’nın güvenlik ihtiyaçları nedeniyle ortaya çıktı. Türkiye’nin Çin’in başını çektiği bir güvenlik örgütüne üye olması ilginç bir durum. Eğer bir NATO üyesi olarak Türkiye bunu iyi kullanabilirse kendisi için faydalı olabilir. ABD için de sorun olacağını sanmıyorum, çünkü bu örgüt içinde bir müttefiki olur. Tabii bunun için AB rotasından çıkılması gerekli mi tartışılır.
Bence Asya’da en çok dikkat çeken örgüt ASEAN. Büyük bir ekonomik entegrasyon ve ülkeler arası iletişim sağlıyor. Yukarıdan aşağıya bir örgütlenme olarak başlayan ASEAN, bugün üye ülkelerdeki STK’ler tarafından aşağıdan yukarı şekilde kullanılır olmaya başladı. Özellikle çevre konusundaki ASEAN regülasyonları bölgedeki çevre hareketlerini bir araya getirdi. ASEAN ülkeleri yakın zamanda Körfez ülkeleriyle birlikte bağlantılarını, özellikle de ekonomik bağlantılarını artıracak.
Batı ülkelerinin aksine Türkiye’de çifte mücadele var
Türkiye’deki Gezi eylemleri çok etkileyiciydi ancak böyle bir şeyin ortaya çıkması beni çok da şaşırtmadı. Türkiye’nin iç dinamiklerine odaklanıldığında şaşırtıcı gözükebilir ama Türkiye’nin tüm komşuları şu anda ayakta. Suriye’den Yunanistan’a, Bulgaristan’dan İtalya’ya kadar büyük toplumsal olayların yaşandığı bir bölgede yer alıyorsunuz.
Türkiye’de beni şaşırtan şey, ilk defa İslamcı kökene sahip bir hükümetin neo-liberalizme bu kadar adapte olabilmesiydi. Eski İslamcılar, tıpkı Çin’deki eski komünistler gibi herkesten daha çok neo-liberal olmayı başardı! Batı ülkelerindeki neo-liberalizm karşıtı hareketlerin aksine Türkiye’de insanlar hem neo-liberalizme, hem de hükümetin anti-demokratik yönetimine karşı mücadele vermek zorunda kalıyor.