ÖZEL HABER: Türkiye kayıplarla ne zaman yüzleşecek?
Binlerce insanın devlet tarafından “kaybedildiği”, toplu mezarların, asit kuyularının ülkesi Türkiye, AKP’nin tüm söylemine rağmen kayıplarla ve failleriyle yüzleşmekten çok uzak. 30 Ağustos Uluslararası Zorla Kaybetme Mağdurları Günü için Türkiye’nin “kayıp” politikasını araştırdık
ONUR EREM 30.08.2014
Bugün 30 Ağustos Uluslararası Zorla Kaybetme Mağdurları Günü. 2010’da Birleşmiş Milletler kararıyla ilan edilen gün vesilesiyle Türkiye’de zorla kaybetmeler ve devletin tutumunu uzmanlar, siyasetçiler ve kayıp yakınlarıyla konuştuk.
Zorla kaybetmeler, Birleşmiş Milletler’in tanımına göre devletlerin toplumlarda terör ve korku yaratmak için kullandığı bir strateji. Bir insanın devlet tarafından “kaybedilmesi” yalnızca akrabaları arasında değil, tüm toplumda korku yaratıyor. Eskiden askeri diktatörlüklere özgü olduğu söylenen zorla kaybettirmelerin artık dünya çapında yaygın bir şekilde, kendine “demokratik” diyen devletler tarafından bile uygulandığı kabul ediliyor.
Birleşmiş Milletler, zorla kaybettirmelere karşı ve bu kaybetmelerin tanıklarının koruma altına alınmasına dair yürüttüğü çabaları 2006’da bir uluslararası sözleşme ile sonuçlandırdı.
KAYBETTİRME: İNSANLIĞA KARŞI SUÇ
Sözleşmeyi imzalayan devletler şu maddeleri kabul etmiş oldu:
> Hiç kimse gizli olarak gözaltında tutulamaz.
> Savaş tehdidi veya siyasal istikrarsızlık gibi kamusal acil durumlar zorla kaybetmelere gerekçe olamaz.
> Taraf devletler kayıpların soruşturulması için gerekli önlemleri almak ve sorumluları yargılamak zorundadır.
> İç hukukta zorla kaybetmeleri suç sayacak yasalar çıkartılmalıdır.
> Zorla kaybetmelerin sistematik veya yaygın olarak gerçekleştirilmesi insanlığa karşı işlenmiş suç anlamını taşır ve uluslararası hukukun yaptırımlarına tabidir.
> Zorla kaybetmeleri gerçekleştiren kişilerle birlikte onlara bu emri veren amirleri, üst düzey devlet yetkilileri de yargılanmalıdır. Yalnızca suçu işleyenler değil, buna karşı yetkisi dahilinde gerekli bütün önlemleri almayan veya konuyu araştırma ve soruşturma için yetkili mercilere aktarmayan, göz yuman kişiler de yargılanmalıdır.
Bu sözleşme şimdiye kadar 93 devlet tarafından imzalandı. Ancak “teröre karşı mücadele” söylemiyle hakları kısıtlayan,yurttaşlarını öldürmekten çekinmeyen ve sık sık insan hakları ihlalleriyle gündeme gelen ABD, Rusya, Çin, Birleşik Krallık ve İran gibi ülkelerin yanı sıra, Türkiye de bu sözleşmeyi imzalamadı.
KAYIPLAR ÜLKESİ TÜRKİYE
Oysa Türkiye’de yüzlerce zorla kaybedilen insan var. Zorla kaybetmelerin doğası nedeniyle net bir sayı vermek mümkün olmasa da İnsan Hakları Derneği’nin 2003 yılında yayınladığı Kayıpları Unutmadık kitabında 834 kayıptan bahsediliyor. Hakikat Adalet Hafıza Merkezi’nin 2013 yılında yayınladığı ve yalnızca 1980 sonrası kayıpları inceleyen Konuşulmayan Gerçek: Zorla Kaybetmeler kitabında kesin olmayan 1353 ve kesinleştirilmiş 262 kişi yer alıyor: “Kısaca muhalefetin tamamından insanlar 90’lı yıllar boyunca kaybedilmiş”. Araştırmanın bulgularına göre, devletten katliam yetkisi alan birimler yargılanmayacaklarını bilerek çok sayıda kişiyi keyfi bir şekilde kaybetmiş, öldürmüş.
İHD Diyarbakır’ın sitesindeki haritada ise Türkiye’de 29 toplu mezar açıldığı, henüz açılmamış ancak toplu mezar olduğu iddia edilen 224 bölgenin daha olduğu yer alıyor. İHD’ye göre bu toplu mezarlara 3248 kişi gömüldü.
ZORLA KAYBETME NEDİR?
Birleşmiş Milletler, zorla kaybetmenin tanımını şöyle yapıyor: Bu terim, kişilerin, Devlet adına görev yapan veya Devletin yetkilendirmesi, desteği ve bilgisiyle hareket eden kişiler veya gruplar tarafından tutuklanması, gözaltına alınması, kaçırılması veya başka herhangi bir biçimde özgürlüklerinden yoksun bırakılması; ardından söz konusu kişilerin kendi fiillerini reddetmeleri veya kaybolan kişinin nerede ve ne durumda olduğunu gizlemeleri ve sonuçta kayıp kişinin hukukun koruması dışında kalması durumunu anlatmak amacıyla kullanılır.
KUTU: İnsanların okyanusa atıldığı Arjantin yüzleşmeyi başardı
Zorla kaybetmeler özellikle 1960’lardan itibaren ABD destekli darbelere maruz kalan Brezilya, Türkiye, Arjantin gibi ülkelerde sol hareketlere karşı sistematikleşmişti. Arjantin’de uçaklarla okyanusa atılanlar, Türkiye’de asit kuyularına atılıyor, toplu mezarlara gömülüyordu. Latin Amerika ülkeleri, 1990’lardan itibaren zorla kaybetme emirlerini verenler ve uygulayanları yargılama, kaybedilenlerin ve yakınlarının akıbetini ortaya çıkarma konusunda büyük adımlar attı. Arjantinli insan hakları savunucusu, Yasal ve Toplumsal Çalışmalar Merkezi Direktörü Gaston Chillier, geçen yıl konuştuğumuzda Arjantin’de kayıplara karşı açılan 400 davada 350’den fazla ceza çıktığını, 1976’da yaptığı darbenin ardından binlerce insanı kaybeden diktatör Videla’nın kesinleşmiş üç karar ile, hapishanede öldüğünü anlatmıştı. Arjantin’de Plaza de Mayo’da buluşan annelerden ilham alanların başlattığı Cumartesi Anneleri’nin ülkesi Türkiye ise aynı süreçte yüzleşme ve sorumluları yargılama konusunda adım atamadı. Cumartesi Anneleri, Erdoğan’a neden BM sözleşmesini imzalamaklarını sorduğunda “İmzalamıyorsak bir bildiğimiz var” demişti.
KAYIPLARI GÜNDEMDE TUTMAK ŞART
Türkiye’nin önünde, sorumluları yargılamak için uzun bir yol var. Gaston Chillier, bu uzun yolda Türkiye’ye yardımcı olması için şu tavsiyeleri vermişti:
“Arjantin darbeyle ve kayıplarla yüzleşmede en başarılı ülke oldu. Türkiyelilerin Arjantin’den alması gereken bir ders varsa o da darbeyle yüzleşmenin çok uzun bir süreç olacağı. Türkiye buna bugün başlasa bitirmesi ve gerekli reformları yapması 30 yıl sürebilir. Şu an bu konuda bir iyileşme olmasa bile umudunuzu yitirmeyin, bu konuya odaklanan kampanyalar organize etmeye uğraşın, kayıpları, cinayetleri, kontrgerillayı ve yüzleşmeyi gündemde tutun. Arjantin’de halkın baskısı sonucu her hükümet başlangıçta gündemlerinde olmasa bile darbeyle yüzleşmeyi gündemine almak zorunda kaldı. Önünüze çıkan engeller elbet bir gün aşılır.” (Söyleşinin tamamı için: wp.me/p2psMa-tn )
KUTU: Öztürk Türkdoğan: Devletin tüm kademeleri suça bulaştığı için yüzleşme gerçekleşmiyor
İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, BM sözleşmesinin imzalanmamasını iki nedene bağlıyor. Birincisi, Kıbrıs Harekatı döneminde askerin kaybettiği Rumlar. İkincisi ise 1980’ler, 90’lar ve 2000’lerde devletin kontrgerilla politikası sonucu işlediği suçlar. “Türkiye, Cenevre Sözleşmesi’nin iç savaş hukukuna bile uymayarak büyük suçlar işledi. Devlet bu suçlarla ilgili bir özeleştiri sürecine girmedi. Bu suçları işleyenler bugün devletin her kademesinde. Askeriyenin, emniyetin, meclisin içindeler. Devlet faillerin doğal yolla ölmesini bekliyor” diyor Türkdoğan.
AKP DAHA ROBOSKİ’YLE YÜZLEŞEMEDİ
Türkdoğan 12 yıldır iktidarda olan AKP’nin bu konuda hiçbir adım atmadığını söylüyor: “AK Parti’nin kendi içinde de bu suçlara karışmış isimler var. Devlet geleneğinin bir parçası haline geldikleri için geçmişle yüzleşemiyorlar. Ayrıca AK Parti döneminde de ciddi çatışma dönemleri oldu, büyük suçlar işlendi. Başbakan’ın görevi bu suçların faillerini korumak değil, aksine ortaya çıkarmaktır. Oysa AK Parti daha Roboski Katliamı’yla bile yüzleşemedi”.
DAVALARDAN UMUDUMUZ YOK
Türkdoğan’ın söylediğine göre faili meçhul ve kaybettirmelerle ilgili açılmış 14 dava var. Ancak davalar, devletin ‘Hiçbir şey yapmıyoruz’ dememek için açtığı göstermelik davalar. “Kovuşturmaların yürütülmesinden anlıyoruz. Yeterli delil toplanmıyor, sanıklara korumacı yaklaşılıyor, etkili soruşturma ve kovuşturma gerçekleşmiyor. Bu yüzden davalardan umudumuz yok” diyor Türkdoğan. Davaların biri delil yetersizliğinden beraat ile sonuçlanmış, temyizde. Diğerleriyse devam ediyor.
TEK YOL HAKİKAT KOMİSYONLARI
Türkdoğan’a göre faillerin ortaya çıkarılması için tek yol Hakikat Komisyonları: “Devletin tüm kademeleri bu suçun parçası olmuş, devlet içindeki çetelerin aleti olmuş insanlarla dolu. Bu yüzden normal bir soruşturmayla gerçeklerin karartılmadan ortaya çıkarılması imkansız. Siyasi irade ile bağımsız Hakikat Komisyonları kurulmalı. Başka yolu yok”.
KUTU: Velat Demir: Kayıp yakını olmak, hakikati kaybetmek demek
Yakınlarını Kaybedenler Derneği (YAKAY-DER) Eşbaşkanı Velat Demir, bir yakınının devlet tarafından “kaybedilmesi”nin nasıl bir şey olduğunu anlattı. “Kayıp yakınları olarak ne zaman o kaybı hatırlasak, sanki o an kaybetmiş gibi hissederiz. Çok büyük bir travmadır, düşünsenize sevdiğiniz can kayboluyor, arıyor bulamıyorsunuz. Canınızdan can gidiyor” diyor Demir, “Hele evliyse, çocukları varsa, sürekli sorarlar, ‘Babam nerede’ diye. Öldü diyemezsiniz, gelecek diyemezsiniz, ‘bilmiyorum’ hiç diyemezsiniz zaten”.
‘ÖLENE KADAR O ANI YAŞARIZ’
Velat Demir, yakınını kaybeden birinin bunu ölene kadar sürekli hissedeceğini, o ızdırabı kesintisiz olarak yaşayacağını anlatıyor: “Gözün kulağın sürekli kapıda, belki çıkar gelir diye her an bekliyorsun. Bir hakikatin peşindesin, hakikatini kaybetmişsin ve bulamıyorsun. Birkaç sözcükle, cümleyle anlatmaya çalıştım ama bu hissi anlatmaya sözcükler yetmez”.
Demir’e göre AKP, vermiş olduğu bütün sözlere rağmen kayıpları ortaya çıkartmak istemiyor. Yüzde 50 oy almış, tek başına iktidar olmuş, askeriyenin kozmik odalarına girmiş hükümet istese bu kayıpları ve faillerini ortaya çıkaramaz mı, diye soruyor. Demir’e göre kayıp politikaları, katliamlar hepsi birbiriyle bağlantılı ve bunların birinin yargılanması, diğerlerinin de yargılanmasını kaçınılmaz kılacak. “Türkiye 1915’te Ermeniler’e yapılanlarla yüzleşseydi Dersim Katliamı, Dersim ile yüzleşseydi Maraş, Çorum, Madımak, onlarla yüzleşseydi Roboski olmazdı. Biz artık yüzleşilsin istiyoruz ki bundan sonra böyle katliamlar olmasın”. “BM sözleşmesinin imzalanması için 200 bin imza toplayıp meclise gönderdik” diyor Demir, “Ama umutsuzum. Yargıya bakıyorum, hükümete bakıyorum, nasıl umutlu olalım ki?”
KUTU: Zafer Üskül: Erdoğan’ın bildiği şeyi ben bilmiyorum
Türkiye’nin neden bu sözleşmeyi imzalamadığını eski AKP Milletvekili ve İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Zafer Üskül’e sorduk. Üskül, Türkiye’nin insan hakları sözleşmelerini geç de olsa imzaladığını, bunun imzalanmamış az sayıda sözleşmeden biri olduğunu söyledi. Komisyon başkanlığı döneminde iki kayıpla ilgili çalışma yapıldığını, Berfo Ana’nın mezarını göremeden öldüğü oğlu Cemil Kırbayır’ın işkenceyle öldürüldüğü sonucuna ulaşıldığını hatırlatan Üskül sorumuza şöyle cevap verdi: “Türkiye’nin bunlarla yüzleşmesi için özel komisyonların kurulması, İçişleri Bakanlığı’nın desteklemesi şart. Neden imzalanmadığını imzalamayanlara sorun. Biz bu sözleşmenin imzalanması gerektiğini kamuoyu önünde açıklamıştık. Başbakan Erdoğan ‘imzalamıyorsak bir bildiğimiz var’ demişti, ama bildiği şeyin ne olduğunu ben bilmiyorum”. Bugünkü TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Ayhan Sefer Üstün ise telefonlarımıza yanıt vermedi.
KUTU: Devletin dört yüzü: İnkar, tehdit, kriminalizasyon, kurumsal işbirliği
Devletin kayıplar karşısındaki tepkisi, Hafıza Merkezi’nin araştırmasına göre dört adımdan oluşuyor:
1- İnkar: Süleyman Demirel’in kayıp ailelerine verdiği “Çocuğunuz cebimde mi çıkarıp vereyim?” yanıtı, devletin kayıplar karşısındaki inkarının dile gelmiş hali. Devlet ailelere genellikle kayıp kişilerin karakola hiç gelmediğini veya bir süre önce oradan ayrıldığını söyler.
2- Tehdit: Yakınlarını arayanlar genellikle devlet görevlileri veya kontrgerilla tarafından ölümle tehdit edilir, bu işin peşini bırakmaları telkin edilir.
3- Kriminalizasyon: Devlet bir süre sonra kaybedilen kişilerin “zaten suçlu, milis, terörist” olduğunu iddia ederek bu kişilerin başlarına gelen muameleyi hak ettiğini ima eder. Ortaya çıkan cesetler ise “PKK içi infaz” olarak adlandırılıp üstü kapatılır.
4- Kurumsal işbirliği: Sorumluların ortaya çıkmaması ve yargılanmaması için devlet kurumları işbirliği içinde bilgileri ve belgeleri gizler. Ayrıca basın da devlet baskısıyla bu konuları araştıramaz hale getirilir.
Devletin verdiği bu dört aşamalı tepkinin sonucunda kayıp yakınlarının ve genel olarak toplumun adalete olan inancı sarsılır.