“Sermaye-savaş ilişkisi kapitalist sistemin özüdür”

“Sermayenin özgürlüğü her zaman savaş getirir”

İtalyan sosyolog Maurizio Lazzarato küresel finans sisteminde krizi yaratan mekanizmaların değişmediğini, bu nedenle yeni bir krizin mutlak olduğunu söylerken “Sermayenin özgürlüğünün savaş getirdiğini sayısız örnekle gördük” diyor

ONUR EREM | Çeviri: LAURA MILLE | 23.09.2014

28 lazzarato2İtalyan sosyolog, siyaset bilimci ve felsefeci Maurizio Lazzarato’nun “Borçlandırılmış İnsanın İmali” kitabı Haziran ayında Açılım Kitap tarafından Türkçe’ye çevrildi. 1970’lerde Padua’da bir öğrenciyken İtalya’nın otonom hareketine dahil olan ve hareketin birçok üyesi gibi “radikal sol terörizm” suçlamalarıyla Fransa’ya sürgüne gönderilen Lazzarato Fransa Ulusal Bilimsel Araştırmalar Merkezi ve Uluslararası Felsefe Koleji’nde dersler veriyor. Çalışma alanları arasında bilişsel kapitalizm, emek ontolojisi, gayri-maddi emek ve post-sosyalist toplumsal hareketler yer alan Lazzarato ile kitabının Türkçeye çevrilmesi vesilesiyle kapitalizmin krizinden sınıf politikalarına, “borç ekonomisi”nden Gezi Direnişi’ne kadar kapsamlı bir söyleşi yaptık:

>> Günümüzde kapitalist krizin geldiği nokta ve sistemin ürettiği çıkış stratejileri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kapitalist sistem durumu finansal kriz öncesine, balon patlamadan önceki ana döndürmeyi arzular. Bunu da iki farklı ancak yakınsak strateji ile yapmaya çalışır: Avrupa’ya kemer sıkma politikaları getirerek ve ABD’de Merkez Bankası tarafından alımlar yaparak. Ancak bu iki strateji de başarısızlığa mahkumdur.

28 lazzarato-kitapBu stratejiler neden yakınsar? Çünkü üç ortak hedefleri vardır: Finansı tekrardan ekonominin merkezine yerleştirmek, emeği güvencesiz ve yoksul hale getirmek ve refahı, refah devletini özelleştirmek. Krize neden olan şey finansallaşmadır, ancak bu yeniden düzenlemede değiştirmeyecekleri tek şey de odur. Düzenlenmesi bir yana, dünya ekonomisinin tek meselesi finansal yatırımcılara kâr dağıtmak haline gelmiştir. ABD Merkez Bankası’nın sisteme enjekte ettiği dev miktarlarda para ile finans piyasası iflastan kurtulmuş, hatta daha da zenginleşmiştir.

Avrupa’da ise hükümetler sürekli olarak istihdam ve büyümeden söz etse de tek öncelikleri finans piyasasıdır: Fransa’da borsadaki en büyük 40 şirket yatırımcılarına yalnızca son çeyrekte 40 milyar avro dağıttı. Bu geçen yıl aynı döneme göre yüzde 30 artış demek. Emek piyasasının yeniden yapılandırılması, kamu harcamaları, refah devleti ve toplumsal hizmetlerin kesintiye uğraması ikinci yakınsamadır. Hem Avrupa hem ABD’de kriz sonrasında iş güvencesizliği, yoksulluk ve esnek çalışma yaygınlaştı. İtalya’da Renzi hükümeti ulaşım, çöp toplama ve diğer altyapı hizmetlerini yapan yerel yönetim birimlerini borsaya açtı! Böylece özelleştirme ile uğraşmadan, zaman kaybetmeden yerel hizmetler de finans piyasasının insafına teslim edildi.

“AVRUPA JAPONYALAŞACAK”

Bu politikaların bir diğer ortak yanı da ekonomik krizi bitirmeyecek olmaları. Yeni büyüme yaratamayacaklar, çünkü yalnızca krizin koşullarını daha büyük bir ölçekte yeniden üretiyorlar: Güç ve servetin konsantrasyonu, eşitsizlikler, finans ve toprak üzerinden kazanılan paradaki artış. Bu tablonun ABD için sonucu yeni bir finansal balon, Avrupa için sonucu ise Japonyalaşma olacak. Yani sonsuza kadar sürecek düşük büyüme. Sermaye bir güç ilişkisi olduğu için “ekonomi” yalnızca bir ekonomik sorun değildir. Başka bir ekonomimizin olması için güç ilişkilerimizi ve politikalarımızı değiştirmemiz lazım.

Büyük Buhran’dan çıkmak mümkün olmuştu, çünkü Yeni Düzen (New Deal) liberalizmin siyasi iflasını ilan etti, finans piyasasını kontrol ederek rantiye sınıfını bitirdi (başka bir deyişle finans aktörlerini “kolektif kapitalistler” olarak hareket etme yetilerinden mahrum bıraktı), ölçülü biçimde de olsa refahı topluma yaymak için düzenlemeler yapıldı – ki bunda komünizm korkusu da etkiliydi. Büyük Buhran karşısında yapılanları bugün yapmak mümkün değil, çünkü artık finans piyasaları ekonominin kalbi haline geldi. 20. yüzyılın başından biri biliyoruz ki sermayenin kendini denetleme yeteneği yoktur ve “sermaye özgürlüğü” savaşa yol açar.

Özetle, ne zaman olacağını bilemesem de sistemin tekrar krize gireceğini söyleyebilirim. Çünkü krizi yaratan mekanizmalar hâlâ yerinde ve hatta daha güçlü.

>> Kitabın başında finansal ekonomi veya finans kapitalizmi yerine “borç ekonomisi” terimini kullanmayı tercih ettiğinizi, çünkü bunun IMF tarafından borçlandırılan Yunanistan halkı ile eğitim sistemi tarafından borçlandırılan İngiliz öğrencilerin ortaklığını gösterdiğini söylüyordunuz. Bugün Yunanistan, Ekvador ve Arjantin gibi ülkelerde gayrimeşru borçları ödememek için verilen mücadeleler var. Ayrıca birçok ülkede öğrenciler öğrenim borçlarına karşı eylemler düzenliyor. Bu mücadelelerden başarı bulduklarınız var mı?

Vermemiz gereken mücadele yalnızca gayrimeşru borçlara karşı değil, tüm neo-liberal politikalara karşı olmalı. Ayrıca, neyin meşru, neyin gayrimeşru olduğunu tanımlayan taraflar üstü bir tanım mı var da bu borca gayrimeşru diyelim? Borç, sermayenin gücü ve ona karşı çıkanın güçsüzlüğü sonucunda meşrulaşır. Sermayenin elinde güç olduğu sürece meşruluğa ihtiyacı olmaz. Meşruluk ve gayrimeşruluk kazananlar tarafından tanımlanır çünkü kazananlar kendi koşullarını empoze ederler.

“EN BÜYÜK ZAFER ŞİLİ’DE”

Borca dönecek olursak, bu konuda başarıya ulaşan tek örnek Şilili öğrencilerdir. Allende katledildikten sonra faşist cunta Şikago Çocukları’nı (Chicago Boys – Milton Friedman’ın neo-liberal öğrencileri) ekonomiyi düzenlemek için çağırmıştı. Attıkları ilk adımlardan biri eğitimi özelleştirmekti, böylece öğreciler okumak için borçlanmak zorunda kalacaktı. Son yıllarda Şili’de öğrencilerin güçlü politik mücadesi sayesinde öğrenci borçlarına karşı zafer kazanıldı. Eğitim de kamusallaşmaya başladı. Bildiğim kadarıyla borca karşı kazanılmış tek gerçek zafer budur.

Gezi yeni bir ulusötesi hareketin parçası

>> Bu yıl Türkiye’ye gelmiştiniz. İzlenimleriniz neler oldu? Gezi Direnişi’nin bıraktığı etkiyi nasıl yorumluyorsunuz?

Geçen Haziran’da Brezilya’daydım. Kitlesel protestolarda insanlar Türkiye’yle ilgili pankartlar taşıyor, sloganlar atıyordu. Belki de bu, yeni başlamakta olan ulusötesi bir hareket… Türkiye, Brezilya, İspanya ve Yunanistan’daki hareketler yeni mücadele alanları ve örgütlenme yöntemlerinin deneylerini yapıyorlar.

Maurizio  Lazzarato - SobotnaFinansın dayattığı hızlanmayı geçici de olsa durdurabilmek, sekteye uğratmak, bunun için kitleleri sokaklara dökebilmek çok önemli. Bu açıdan bakınca, sekteye uğratma anlamında bir grev gibi etkili olsa da üretimi durduramamaktadır. Bu tarz hareketlerin sınırlarından biri de budur. Bu hareketlerin ekonomiyi tıkamak için basınç uygulayabilecekleri bir nokta aradıklarını düşünüyorum. Sonuçta öznelliğin dönüşümü, kolektif ifade, tartışma ve düşünme yöntemleri lehine bir müdahaleden bahsediyoruz. Bu tarz hareketlerin böyle kısa bir süre içinde analiz edilmesini de doğru bulmuyorum, çünkü uzun vadede daha fazla ve daha belirgin etkileri olacak.

PARTİ-SENDİKA SİLAHLARI ESKİDİ

Bu hareketlerin önünde devasa görevler var, yeni bir “savaş makinesi” icat etmek zorundalar. Eski savaş makinesi siyasi partiler ve sendikalar üzerine kuruluydu ve artık işlemez hale geldi. Sendikalar ve partilerin dünya çapında gördüğümüz protestoları örgütleyen yeni sınıfsal kompozisyonla hiçbir bağı yok.

Bu hareketler kendilerini ifade etmek için başka fırsatlar da bulacak, bazıları çok yakında da olabilir. Çünkü kriz hâlâ burada. Krizin etkileri üzerine ABD’deki son istatistikler çok açık. Merkez Bankası’nın her ay ekonomiye enjekte ettiği 80 milyar dolar neredeyse etkisiz. İşsizlik çok yüksekken büyümeden bahsediliyor – ki açıklanan resmi işsizlik rakamları gerçeğin çok altında. Yaratılan istihdam ise az sayıda, güvencesiz ve düşük maaşlı iş imkanları sunuyor.

VERİLER SİYASİ HAREKET YARATMIYOR

Kriz döneminde toplumun geniş kesimlerinin yoksullaşması ve servetin ufak bir grubun elinde birikmesine tanık olduk. Ekonomik küçülme sonlansa da 2010-13 arasında ABD’de hanelerin gelirleri net bir şekilde azaldı. ABD Merkez Bankası’nın son verilerine göre en zenginle az zengin arasındaki fark bile büyük bir hızla artıyor, bırakın en zenginle en yoksulu. En zengin yüzde 3’ün gelirdeki payı son üç yılda yüzde 27’den yüzde 30’a çıktı. Aynı yüzde 3’ün servetteki oranı ise son altı yılda yüzde 51’den 54’e yükseldi.

Ancak bütün bu nesnel veriler tek başına siyasi bir hareket yaratamıyor. Yaratmamız gereken öznel koşullar var. Siyasi ve militan öznelliğin yeni formlarını icat etmemiz lazım. Bu daha başlangıç.

Finans, dünya çapında üretilen refaha el koyma sistemidir

>> Türkiye ekonomisine dair gelişmeleri takip ediyor musunuz? Büyümede yavaşlama ve kriz belirtileri tartışılıyor bir süredir.

Türkiye’deki durumu yakından takip etmiyorum. Ama Türkiye’nin durumunun diğer ülkelerden farklı olmadığını biliyorum. Son 20 yılda İtalya 1.65 trilyon avro ödedi borç faizi olarak. Almanya için bu sayı 1.05 trilyon avro, Fransa için 870 milyar ve İspanya için 386 milyar avro. Ülkede büyüme olsa da olmasa da İtalya her yıl 80 milyaavro ödeme yükümlülüğüne sahip, Fransa ise 50 milyar avro. Ekonomik krizden önce borç yalnızca “yoksul” ülkeleri etkileyen bir sorundu. Faizlere ödenen miktar Afrika için ihracatının yüzde 28’i, Latin Amerika için ihracatının yüzde 40’ına denkti. Mısır ve Fas’ta ise yurtdışında çalışan işçilerin ailelerine gönderdikleri dövizler ile ödenirdi dış borç. Yoksul ülkelerin borcu 1997’de 2 trilyon dolardı. Sonraki yıl bu miktar ikiye katlandı.

Finans, küresel ölçekte üretilen refaha el koyma sistemidir. Bu el koyma da borç mekanizmasıyla yürütülür. Türkiye de bu sistemin içinde diğer ülkelerden farksız bir durumda.

Sınıf politikası için ekonomik, politik ve toplumsal olanı bir araya getirmek şart

>> Etkisizleşmiş sınıf politikasını tekrar etkinleştirmek için politik, toplumsal ve ekonomik olarak ayrıştırılmış alanları bir arada düşünmek gerektiğini, demokrasiyi de bu bağlamda yeniden icat etmenin şart olduğunu söylüyorsunuz. Bu doğrultuda başarılı bir mücadele verdiğini düşündüğünüz bir siyasi parti veya grup var mı?

Neo-liberalizm toplumsal, politik ve ekonomik olanın gruplaşmasını ima eder. Sermaye 2. Dünya Savaşı’ndan beri böyle çalışır. 2. Dünya Savaşı bir “topyekün savaş”tı. Ekonomik ve toplumsal meseleler birbirine angaje olmuştu. Sermayenin kendine tabi kıldığı ekonomi ve toplum, o dönemde tamamen savaşa tabi kılınmıştı. Ayrıca bilim de her yönüyle savaşa kanalize edilmiş, bunun sonucunda “nihai silah” yani atom bombası üretilmişti. 2. Dünya Savaşı’nın ardından toplumsal, politik ve ekonomik meseleler Soğuk Savaş’ın da koruyucu etkisiyle birbirine geçmiş halde kalmaya devam etti.

SERMAYE-SAVAŞ İLİŞKİSİ GÖZARDI EDİLİYOR

Bu nedenle şu an hakim olan eleştirel düşünce seviyesini “az gelişmiş” olarak tanımlıyorum. Çünkü ekonomik, politik ve toplumsal meseleleri birbirinden ayrı ele aldığı yetmezmiş gibi, 1870’den beri sistemin esası olan sermaye-savaş ilişkisini de gözardı ediyor. Finans kapitalin üstünlüğü, gücün ve sermayenin yoğunlaşması her zaman savaş ve iç savaşlara yol açar.

Günümüz kapitalizmi rant üzerine kuruludur

>> Kitabınızda hükümetlerin merkez bankalarını özgürce kullanmalarının önüne geçen uluslararası anlaşmaların, devletleri finans piyasasına daha bağımlı hale getirerek neo-liberalizmin yükselişine katkıda bulunduğunu anlatıyorsunuz. Eğer bu anlaşmalar imzalanmasaydı, neo-liberalizm bu kadar yükselemez miydi?

Hayır. Finans piyasasına bağımlılık yalnızca devlet ve merkez bankasının ayrılmasından kaynaklanmaz. Bu örnek yalnızca Avrupa’daki durumu anlatmak içindi. Finansal piyasalara bağımlılık 1970’lerde, borç mekanizması aracılığıyla başlamıştı. Bu işin teknik kısmı. Politik mesele ise kredi ve borcu, yani finansı kapitalist birikimin merkezine yerleştirmekti. Borç/kredi sistemi, bir kişinin başka birinin sermayesi ve mülküne hükmedebilmesini sağlar. Sermaye ve mülkün bu şekilde birikimi aracılığıyla da toplumsal refaha hiç olmadığı kadar el konulabilir.

‘İŞÇİYİ SÖMÜRMEKTEN DAHA VERİMLİ’

İşçilerin sömürülmesinden bile daha etkili bir birikim modelidir bu. Çünkü bu el koyma modeli yalnızca geleneksel anlamda emeğe el koymakla sınırlı kalmaz, toplumun tamamını borçlu kılar. Günümüz kapitalizmi rant ve el koyma ile işler, yalnızca finansal rant değil, aynı zamanda mülk rantı ve büyük endüstriyel grupların elde ettiği rant.

About onurerem

journalist @ birgün newspaper. twitter.com/onurerem
Bu yazı Uncategorized içinde yayınlandı ve , , , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s