ONUR EREM – HASANKEYF/BATMAN
Türkiye’de her alanda son sözü söyleyen Recep Tayyip Erdoğan, Hasankeyf’i su altında bırakacak Ilısu Barajı’nın 2016 yerine 2014 yılında bitirilmesini emretmişti. Bu yüzden 29-30 Eylül’de Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi’nin düzenlediği Hasankeyf Gençlik Kampı’nı duyduğumda bu dünya mirasını görmek için son şansım olabileceğini düşündüm.
28 Eylül’de Diyarbakır’a vardığımda savaş uçaklarının müthiş gürültüsü karşıladı beni. Geçen yıl Diyarbakır’a geldiğimden beri duymadığım bu ses, batının cilalanmış, parlak dünyasından doğunun savaş ve kanla içiçe bırakılan dünyasına geldiğimin sinyaliydi. İstanbul’da kırk yılın başında (o da bir film çekimi için) kent üzerinde uçan savaş uçaklarını görünce Taksim bombacılarının Romanya’ya kaçırıldığı gibi çılgın teoriler üretenler burada yaşasaydı ne düşünürdü acaba?
Akşam kalkacak otobüsü beklerken Diyarbakırlı gençlerle Hasankeyf’i ve baraj tehdidini konuştum. “Devlete kalsa inşaatı çoktan bitirirlerdi ama PKK yaptırmıyor. İnsanımızı katlettiği gibi doğamızı da, tarihimizi de katlederdi devlet” diyordu gençler: Şantiyelere sürekli saldırarak, müteahhitleri tehdit ederek inşaatın ilerlemesini engelliyorlar.
Kamp katılımcılarıyla akşam buluştuktan sonra otobüsle Hasankeyf’e doğru yola çıktık. Dolunayın ve anız ateşlerinin aydınlattığı yolumuz iki buçuk saat sürdü. Kampa vardığımızda büyük bir kamp ateşi etrafında toplandık ve Kürtçe şarkılar dinledik yakında su altında kalacak topraklarda.
TARİH YOKETMEDE TEK RAKİP AFGANİSTAN
Tarihini yoketmek deyince dünyanın aklına gelen ilk ülkelerden biri olmak yolunda ilerliyoruz. Bugün en bilinen örnek Afganistan’daki dev Buda’nın patlatılarak yokedilmesi olsa da, çok yakında Türkiye’nin tarihini su altında bırakması olabilir. Askeri cephaneleri saklarken Hindistan’ı, Pakistan’ı örnek alıyorsak, tarihimizi korurken neden Afganistan’ı örnek almayalım?
Dün Zeugma, bugün Hasankeyf, yarın bir başkası: Daha küçük ölçekte, adını bile duymadığımız sayısız tarihi miras planlanan veya yapılmakta olan binlerce HES’in altında kalacak. Ortalama 40 yıl ömür biçilen bu barajların altında kalacak tarih sadece Türkiye’nin değil, insanlığın da tarihi aynı zamanda. Binyıllardır nehirleri ve verimli su kaynaklarıyla insanları besleyen bu topraklarda yaşayan sayısız uygarlığın yaptıklarını yokedenlerin sadece bize değil, bütün dünyaya hesap vermesi lazım.
BARAJLAR VE MODERNİTE
Barajlar Türkiye’de “modernleşmenin” simgesi olarak görüldü uzun yıllarca. Enerjide dışa bağımlı bir ülke olmaktan kurtulacağımız söylendi – neden bu kadar enerji tükettiğimizi sorgulamadan. GAP ile bölgedeki yoksulluğun biteceği söylendi – yoksulluğun arkasındaki nedenleri araştırmadan.. Barajlarla Kürt sorunun çözüleceği söylendi – Kürtler’in ne istediğine bakılmadan.
Sorun, devletin modernleşme anlayışında. Hasankeyf’te ilk çağlardan beri insanların barındığı mağaralar cumhuriyet döneminde zorla kapatıldı, halk mağaralardan çıkarıldı. Oysa o mağaralar müthiş ısı yalıtımı sağlayan, doğaya en az zarar veren barınaklardı. Eğer halk memnun olmasa, orada kalır mıydı zaten? Ancak bu devletin zihniyetinde “mağarada yaşamak” bir utanç kaynağı. Mağaralarda yaşayan halkı zorla çıkartıp onları TOKİ’nin yaptığı korkunç inşaatlarda oturmaya zorlamak ise modernite. Tabi ki modernleşmek için eşsiz bitki örtüsünün, ormanların ve hayvanların sualtında kalması “ödenilmesi gereken bir bedel”!

Bir iglo
Kanada’da yerlilerin buzdan yaptıkları iglo barınakları bütün dünya tarafından bilinir. O iglolar bugün dünyaca ünlüyken biz dünyanın bu topraklara bıraktığı mirası yasaklıyoruz. Şansları varmış ki o topraklarda modernite anlayışı aynı değil. Yoksa iglo yapmalarını yasaklayıp kendilerini betondan binalara tıkan bir devletin hakimiyetinde olabilirlerdi.
BARAJLAR VE GÜVENLİK
Artık modern, hatta post-modern bir ileri demokrasi olduğumuz için barajların modernleşme yanı öne çıkarılmıyor. Onun yerine barajların güvenlik politikasının bir parçası oluşuna tanık oluyoruz. Devlet vadileri sualtında bırakarak PKK’nin vadilerde farkedilmeden ilerlemesini durdurma peşinde. Kürt halkının taleplerini karşılayarak çözebileceği bir sorunu çözmek için vadileri dolduran devasa barajlar yapmak gerçekten yaratıcı bir çözüm. Devletimize tavsiyem Antakya’dan Hopa’ya uzanan sınırımızı büyük bir baraj gölüne çevirmesi. Böylece bir taşla iki kuş vurur: Hem sınırdan sızmalar biter hem de Türkiye, Asya ile kara bağlantısını kopararak gerçek bir Avrupa ülkesi olur!
SUALTI KABİNESİ – SUALTI TURİZMİ
Sağolsun büyüklerimiz insaflılar. Suyun altında kalan tarihi yapıları görmek isteyenler için sualtı turizmi başlatacaklarmış. Bazı eserler kille kaplanarak gelecek nesillere aktarılmaya çalışılırken, kille kaplanamayanlara da dalgıç ekipmanıyla inerek bakılabilecekmiş. Madem batırdıkları yetmiyor bir de batıktan da para kazanmayı düşünüyorlar, benim de bir dünya mirasını sualtında bırakacak yöneticilerimize bir önerim olacak: Sizi de mumyalayarak Hasankeyfle beraber sualtına gömelim – görmek isteyen olursa dalgıç ekipmanı giydirip “işte dünya mirasını 40 yıllık bir yapı için, inşaat şirketlerine akıtılacak para için sualtında bırakanlar” diyerek turistlere gösteririz.
Hasankeyf Gençlik Kampı’ndan ikinci gün izlenimleri için: https://onurerem.com/2012/10/05/guneydogudaki-yatirimlari-gostermeyenler-utansin/
Hasankeyf Gençlik Kampı’ndan son yazı için:
https://onurerem.com/2012/10/08/oncekilerden-farkli-yontemlere-ihtiyacimiz-var/
Geri bildirim: ‘Öncekilerden farklı yöntemlere ihtiyacımız var’ | Onur Erem
Geri bildirim: Güneydoğu’daki yatırımları göstermeyenler utansın | Onur Erem