Ötekileştirmenin çözümü gazetecileri eğitmekte

Hrant Dink Vakfı ve Bilgi Üniversitesi’nin düzenlediği “Ayrımcı Dil ve Medyanın Rolü” adlı panelde konulan Prof. Teun Van Dijk ve Prof. Charles Husband, nefret söylemi ve ötekileştirme ile mücadele için ilk adımın gazetecileri eğitmek olduğunu söyledi

ONUR EREM

Eleştirel söylem alanında dünyanın önde gelen isimlerinden Prof. Teun Van Dijk ile medya ve etnik çeşitlilik konusunda uluslararası üne sahip Prof. Charles Husband Cuma günü Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü ve Hrant Dink Vakfı’nın düzenlediği “Ayrımcı Dil ve Medyanın Rolu” adlı panele katıldı. İstanbul Eyüp’teki santralistanbul yerleşkesinde gerçekleşen panelde iki akademisyen de nefret söyleminin nedenleri, etkileri ve nefret söyleminin nasıl önüne geçilebileceği hakkında konuştu:

Charles Husband: Medya kuruluşlarında azınlıklara yer verilmesi şart

Nefret söylemi genellikle tarih boyunca horgörülmüş topluluklara karşı yapılıyor. Bu söyleme maruz kalanlar aşağılanıyor, kategorize ediliyor, onursuzlaştırılıyor ve toplumda bu gruplara karşı geri dönüşü olmayan bir algı yaratıyor.

Baskı ideolojilerinde genellikle toplumsal cinsiyet, sınıf, etnisite ve ulusal kimlik gibi kavramlar içiçe geçmiştir. Avrupa emperyalizmi döneminde ırkçılıkla cinsiyetçiliğin içiçe geçmesi bunun bir örneğidir. Birleşik Krallık “dünyaya medeniyet götürmek” adına sayısız halkı sömürdü. Çok uzak bir geçmiş gibi gelse de o dönemdeki nefret söylemleri bugün hâlâ kullanılıyor. Bunu anlayabilmemiz için siyaset bilimi ve sosyolojiden önce psikolojiyi kullanmalıyız. Bu söylemin içindeki zehri ancak öyle anlayabiliriz.

Nefret söylemi öncelikle bir grup hareketi. Karşıdaki kişinin insani özelliklerini yokederek onu bir birey değil, nefret edilen bir grubun bütün “kötü” özelliklerini taşıyan bir örneklem olarak gösteriyor.

ULUSLARARASI ŞİRKETLER KARŞISINDA DEVLET ACİZ

Ülke çapında güvensizlik, belirsizlik, tehlike gibi durumlar genellikle önyargıyı ve nefret söylemini arttıran bir ortam yaratıyor. Böyle stresli durumlarda farklı gruplar birbirleriyle iletişime gerimemeyi tercih ediyor. Günümüzde de hiçbir devletin yurttaşlarına güven sağlayamadığını görüyoruz. Yurttaşlar görevlerini eksiksiz yerine getirse de devlet sosyal imkanlar, güvenlik, istikrar gibi şeyleri sağlamaktan aciz. Çünkü sermaye, işgücü vs. uluslararası gruplar tarafından kontrol ediliyor. Orta sınıf geleceğe rahat, güvenle bakamıyor. Büyün bunlar nefret söylemini arttırıyor.

MEDYA İNSANLARA DÜŞÜNMESİ GEREKENİ SÖYLÜYOR

Medyanın da nefret söyleminde çok önemli bir yeri var. Öncelikle medyanın gündem belirleyici gücü var. Yer verdiği haberlerin sıklığının yanı sıra bu haberleri çerçevelendirmesi halkın olaylara bakışını etkiliyor. Bir konunun anlatılış biçimiyle halk yönlendiriliyor. Medya insanlara neyin, neden önemli olduğunu söylemekle yetinmiyor, insanlara bu olaylar hakkında ne düşünmeleri gerektiğini de söylüyor. Medyayı kullanan demagoglar belirsizlik ve kriz dönemlerinde ortaya çıkıp toplumdaki bütün stresi spesifik gruplara yönlendiriyor. Medya şirketlerinde azınlık gruplarından insanların yer almaması bu kurumların görüşlerindeki ağırlık merkezini değiştiriyor, azınlıklar hakkındaki haberlerin sayısı ve çerçevesi etkileniyor. Azınlıklar özne değil nesne haline geliyor.

Ayrımcılığın meşru görüldüğü bir toplumda nefret söylemi kendi başına bir söylem olmaktan çıkıp toplumun hareketlerini şekillendiren bir yapıya dönüşüyor. Gazetelerdeki çalışma ortamları, kurumsal kültürler, gazetecilerin yetiştirilme tarzları, onların zenofobi (yabancı korkusu) ve nefret söylemini devam ettirmelerinin nedeni. Halkın okuduğu gazetelerde zenofobi varsa, halka da etki ediyor. Bu yüzden gazetecileri eğitmek en önemli adım.

Teun Van Dijk: Nefret söylemi ve güç ilişkileri içiçe

Bence nefret söylemi terimini değiştirmemiz lazım. Nefret içermediği için değil, “nefret söylemi” nefret kelimesini, duyguları, yani kişisel olan birşeyi öne çıkartıyor. Oysa ırkçılık kişisel değildir, baskıcı grup ile bastırılan grup arasındaki güç ilişkisidir. Bu baskıcı gruplar nefret söylemi aracılığıyla başka grupların özgürlüklerini kısıtlayarak onları kontrol etmek, neyi yapıp neyi yapamayacaklarını söylemek isterler. Bu toplumsal olduğu kadar bilişsel bir süreç, çünkü insanın bilince bir süre sonra varolan söylemlere göre biçimleniyor.

Burada yola çıkarak bir siyasetçinin de nefret söyleminde bulunurken esas amacının bu gruplara olan nefretini dışavurmak olmadığını anlayabiliriz. Siyasetçiler nefret söylemini kendilerini iktidarda tutacak bir araç olarak kullanıyorlar. Kadın karşıtı söylemin de iş dünyasında çok sık kullanıldığına tanık oluyoruz. Yönetim kurullarının çok büyük kısmını ellerinde tutan Erkekler ne olursa olsun kadınları bu kurullara almak istemiyor.

Tabi ki bireyler de nefret duygusu taşıyabilir ama baskı ve nefret ideolojileri bu bireysel hareketler sonucu oluşmaz. Kimsenin ırkçı doğmadığını unutmamamız lazım.

Medyadaki ötekileştirmeyi görmek için medyanın üretimini incelememiz şart. Medya içeriği nasıl üretiliyor? Gazeteciler haber almak için spesifik yerlere giderler: meclis, polis, hükümet, laboratuvar vs. Ayrıca sıklıkla buraların veya başka yapıların hazırladığı basın metinlerine yer verir, başka metinler üzerinden gazetecilik yaparlar. Peki bu metinleri kim yazıyor? Dominant ideolojiye sahip, şirketleri tarafından beğenilen “bizden” diye görülen insanlar.

MEDYA DA AZINLIKLARA GÜVENMİYOR

Yıllar önce gazetecilerin bilgilerini nereden aldıklarını merak ettim ve bu konuda bir araştırma yaptım. Sonuçlara göre bilgi her zaman sistemin “güvenilir” gördüğü kaynaklardan alınırken azınlıklardan veya göçmenlerden gelen açıklamalar ve metinler güvenilir bulunmuyor medya yöneticileri tarafından. Bu gruplara soru soran, onlarla ilgilenen, röportaj yapan yayınlar binde biri geçmiyor.

Basın genellikle başka ülkelerdeki ırkçılar hakkında haber yaparken ırkçı kelimesini kullanmakta sıkıntı görmezken kendi ülkesindeki ırkçı partiye ırkçı demekten çekinebiliyor. Ülkeye gelen göçmenlerin dili öğrenmek istemediği, çalışmadan para almak isteyen insanlar olduğu anlatılırken bir yandan da kendi toplumlarının ne kadar iyi olduğu vurgulanır. Kırk yılın başında bir alıntı yapılacaksa onda da bu grupların uçlarındaki isimlerin demeçlerini alıntılayarak “bakın bunlar ne kadar kötüymüş” diye genelleme yaparlar.

Göç genellikle soyut bir kavramdır, ona dokunamazsınız. Ama gazeteler “göçmen dalgalarında boğuluyoruz” dediği zaman insanların gözünde canlanan korkunç imgeler onları etkiler. 10 mülteci taşıyan bir gemiden bile “ülkeyi işgal etti” diye bahsedilebilen bir İspanya örneği var mesela. Ya da ülkeye eskiden gelen göçmenlerin, bir ülkeden yeni gelen bin göçmen hakkında (onları görmemiş olmalarına rağmen) uçuk iddialarda bulunması örneği var. Ana akım medya kitleleri olumsuz besliyor.

AYRICALIĞI KAYBETMEK İSTEMİYORLAR

Gerçekte ülkeye gelen ufak bir kısım göçmen nasıl tehdit edebilir ki büyük bir toplumu? Tabi ki edemez. Ancak elitler ve baskın etnisiteden milliyetçiler ayrıcalıklarını kaybetmekten, kendi ülkelerinde bir numara olamamaktan korkarlar. Oysa karşılarındakinin de insan olduğunu unuturlar.

Bu sorunun çözümü eğitimdedir. Gazetecilerin daha iyi eğitilmesi lazım. Haberlerin toplumu nasıl etkileyebileceğini göstermemiz lazım. Eğitim diyoruz ama eğitim sistemimizde bile bariz sorunlar var. Örneğin benim bölümümde öğrencilerin yüzde 80’i kadınken 55 profesörden sadece 6’sı kadın.

İnsanların dominant söyleme karşı çıkabilmesinin tek yolu bütün toplumun bir şeyin bilincinde olması. Örneğin ispanya’da herkes artık işsizliğin anlamını biliyor.

KİM KİMDİR?

Teun Adrianus van Dijk: 2004 yılına kadar Amsterdam Üniversitesi’nde Söylem İncelemeleri konusunda ders veren Teun A. van Dijk, halen Barcelona’daki Pompeu Fabra Üniversitesi’nde ders veriyor. Kendi yazdığı kitapların yanı sıra bazılarının da editörlüğünü yapıyor. Kurucusu olduğu 6 uluslararası yayının 4’ünde editörlük yapıyor.

İki fahri doktorluk ünvanına sahip olan Teun van Dijk, Latin Amerika ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkede konferanslar vermeye devam ediyor. Van Dijk’ın yayınları, makaleleri, kaynakları ve çalışmaları  www.discourses.org web sitesinde bulunabilir.

Charles Husband: Bradford Üniversitesi’nde sosyal analiz profesörü, Helsinki Üniversitesi’nde sosyoloji doçenti olan Charles Husband, etnik gruplar arasındaki ilişkiler, medya ve etnik çeşitlilik, sosyal dayanışma ve terörle mücadele üzerine çalışıyor. Çalışmaları özellikle medyanın ırkçılık ve sosyal dışlanma gibi ideolojilerin üretilmesi ve yeniden üretilmesindeki rolü üzerine yoğunlaşıyor. Etnisite ve çeşitlilik yönetimi üzerine çalışmalarıyla uluslararası bir üne sahip olan Husband’ın araştırmaları akademik analiz ve gazetecilikte politika gelişimi, sosyal hizmet, sağlık hizmetleri ve devlet politikaları gibi konuları birleştiriyor.

About onurerem

journalist @ birgün newspaper. twitter.com/onurerem
Bu yazı Haber içinde yayınlandı ve , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s