Chomsky Boğaziçi’nde yeni dünya düzenini değerlendirdi

ORTA DOĞU’YU KAYBETMESİ ABD’NİN SONU OLUR
Boğaziçi Üniversitesi’nde 6. Hrant Dink Konferansı’nda konuşan Noam Chomsky, ABD’nin geçmişte uzak doğudaki kukla diktatörlerini destekleyemez hale geldiğinde onları devirerek yeni diktatörler yarattığını, günümüzde orta doğuda olanlara bu perspektiften bakılması gerektiğini söyledi
ONUR EREM
İstanbul Boğaziçi Üniversitesi’nde Hrant Dink’in anısına 6. kere düzenlediği Hrant Dink İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Konferansı’nın bu yılki konuşmacısı dünyaca ünlü dilbilimci ve siyasal aktivist Noam Chomsky’di. Chomsky “Türkiye ve oluşan dünya düzeni” konulu konuşmasına Hrant Dink’in ifade özgürlüğü mücadelesi için önemine değinerek başladı: “Hrant Dink kendini ifade özgürlüğü adına feda etti. Türkiye’de ifade özgürlüğü mücadelesi, Hrant Dink’ten gördüğümüz üzere çok zor. Günümüzde çok sayıda insan düşüncelerinden dolayı hapiste. Raporlar, Türkiye’nin en fazla gazeteciyi hapseden ülke olduğunu söylüyor. İfade özgürlüğünü geliştirmek için göstermelik hamleler yapılsa da yasaların çerçevesi gerçek bir ifade özgürlüğüne izin vermiyor”.

DSC_0071

Küresel sistemin insanları bağımsız düşünmekten alıkoymak için sürekli yeni yöntemler geliştirdiğini anlatan Chomsky, günümüzde sistemin gençlerin beynini yıkayarak kendi nesillerini yetiştirdiğini, bu insanların artık sadece alternatiflerden bahsetmeyen değil, aynı zamanda alternatifleri hayal bile edemeyen insanlar olduğunu söyledi.
SOĞUK SAVAŞIN BİTMESİ ABD POLİTİKALARININ MEŞRUİYETİNİ SONLANDIRDI
Chomsky, ABD’nin küresel politikalarına dair şunları söyledi:
Küresel güç batıdan doğuya doğru giderken gücü elinde tutan elitler buna karşı hamleler yapmaya çalışıyor. ABD’nin ‘insani’ askeri müdahaleleri onun gücünün azalmasını engelleyemiyor.
ABD dünyadaki en açık ülkelerden biri. Hükümetin çoğu belgesine, planına erişebiliyoruz. Bunlar bize gösteriyor ki, ABD dünya çapında ‘kontrolü kaybetmeme’ dürtüsüyle hareket ediyor. Bir bölgede kontrolünü yitirmesi, domino etkisi şeklinde diğer ülkelerin de ABD kontrolünden çıkmasına yol açabilir. ABD, bir iki hata hariç, dominoların düşmemesini başarabildi. Ortadoğu’da da, Asya-Pasifik’te de bu hala geçerli.
İran bu hatalardan biriydi. Soğuk Savaş politikalarına uygun hareket ederek İran’da bağımsız milliyetçiliğinin önünü kesmek istiyordu ABD. Ancak günümüzde Sovyetler’in çökmüş olması, ABD’nin güvenlik politikalarını meşrulaştırmakta zorlanmasına neden oluyor.
ABD’nin Vietnam’da, Şili’de yaptıkları bugün yaptıkları kadar tepki çekmemişti dünyada. Soğuk Savaş nedeniyle ‘kabul edilebilir’ politikalar olarak gösteriliyordu.
Emperyal güçlerin üçüncü dünya ülkelerine ‘dostane’ tavırlarla yaklaşarak onlara istediklerini yaptırma politikası hala değişmedi. İkinci Dünya Savaşı sonunda ABD tarihteki en güçlü anını yaşadı Dünya ekonomisinin yarısını ABD oluşturuyordu, çok sayıda ülkeyi kontrol ediyordu, doğal ve ekonomik kaynakları çok genişti. O andan itibaren ABD bu üstünlüğünü koruma politikasıyla hareket etti. Uluslararası alandaki her politikasında bu motivasyon vardı. Bu yüzden çok sayıda ülkenin gelişmesini engellemek, onları kendilerine bağımlı hale getirmek için uğraştı ABD siyasetçileri.
ABD’nin kontrol etmek istediği yerler sırasıyla batı yarımküre, uzak doğudaki eski Britanya kolonileri ve Avrasya’nın çoğuydu. En dikkat çekici bölge ise Orta Doğuydu. 2. Dünya Savaşı sonrası yöneticiler, Orta Doğu’yu ve bölgedeki petrolü kontrol eden ülkenin dünyaya hükmedeceğini söylüyorlardı gizli yazışmalarında. Bu nedenle ABD her zaman Orta Doğu’yu dış politikasının merkezine koydu.
SOĞUK SAVAŞ BİTTİ, NATO BİTMEDİ
Soğuk Savaş doktrinlerine sonuna kadar inananlar, Sovyetler yıkıldıktan sonra NATO’nun çökeceğini bekliyordu. Ancak işin gösterildiği gibi olmadığı, NATO’nun tam aksine genişlemesi ve büyümesiyle ortaya çıktı. Eski doğu bloku ülkelerinden bazıları NATO’nun üyesi oldu.
NATO’nun genişlemesi, Çin’le gerginlik oluşmasının ana nedenlerinden biri haline geldi. ABD günümüzde Boston ve Washington arası hızlı tren ile bağlanamazken Çin Kazakistan’a kadar hızlı tren inşa edecek ekonomik güce sahip artık.
Bu nedenle NATO’nun doğuya doğru genişlemesine karşı çıkarken İran’la ortak politika geliştirmeye çalışıyor. 1949’da Çin bağımsızlığını ilan ettiğinde Batı bunu “Çin’i kaybettik” diye tanımladı. Bir şeyi kaybetmek için öncesinde ona sahip olmak gerekir. ABD de Çin’e sahip olduğunu düşünüyordu. Çin’in bağımsızlığı ABD’nin küresel güç kaybının ilk adımıydı.
Çin’deki bağımsızlık Batı tarafından “diğer ülkelere de sıçrayabilecek bir virüs” olarak görüyordu. Japonya ve diğer bölge ülkelerini de “kaybetmekten” korkuyorlardı. Virüsün yayılmasını engellemek için Vietnam başta olmak üzere bölgede çok sayıda çatışma yaratıldı. Kukla diktatörler de bir diğer politikaydı bu doğrultuda.
ABD ORTA DOĞU’YU KAYBETMEYE TAHAMMÜL EDEMEZ
Orta doğunun doğal kaynakları nedeniyle ABD için kilit öneme sahip bir bölge olduğunu anlatan Chomsky, bu ülkelerin bağımsızlıklarını kazanmalarının ABD’nin küresel gücünde eşi benzeri görülmemiş bir kayıp yaratacağını söyledi:
Orta doğuda ABD bir yanda diktatörler, diğer yanda radikal İslamcılar kullanıldı. ABD’deki politikacıların orta doğuya dair yazışmaları, İsrail ve Şah dönemi İran’ı ABD’nin bölgedeki hegemonyasının iki sütunu olarak gördüğünü gösteriyor. Bu ülkelere yerel jandarmalar olarak görev yapma görevi verildi.
Tabi ki Türkiye ve Pakistan da İsrail’le gizlice ittifak yaparak bölgenin diğer polisleri olarak görevlendirildiler. Polislerin merkez karakolu Washington’da, ikinci temsilcileri ise Londra’daydı.
1970’de ABD’nin dünya ekonomisindeki payı yüzde 25’e düştü. Bu yarı yarıya azalma anlamına gelse de yine de çok büyüktü. Yeni düzende 3 merkez öngörüldü: ABD merkezli Amerika kıtası, Almanya merkezli Avrupa ve Japonya merkezli uzak doğu.
ABD EKONOMİK SONUNU KENDİ GETİRDİ
1970’lerden sonra ise ABD bilinçli olarak kendi ekonomisini çökertti. Finans endüstrisine ağırlık verilirken üretim uzak doğuya teslim edildi. Bu politikalar en zengin yüzde 1 için çok iyiydi kısa vadede, zenginliklerini katladılar. Ama ekonomiyi oluşturan büyük çoğunluk için bu politikalar yıkıcı oldu. Bu nedenle ABD kendi ekonomisini çökertme sınırına geldi. Toplumun yüzde 70’i artık hükümet politikalarını etkileme gücüne sahip değil. Bunu en etkili yapanlar, bir avuç ultra zengin lobi firması.
Başka bölgelerde de ABD kayıplar yaşamaya başladı. 500 yılın ardından Latin Amerika kendini batı hegemonyasından kurtardı. Bu küresel ABD hegemonyasına vurulan en büyük darbelerden biriydi. ABD, elitleri ve orduyu destekleyerek diktatörlükler yarattı ve bu çabaların önüne geçmeye çalıştı. Kısa vadede başarılı olsa da, bölgedeki etkisini kaybetmekten kurtulamadı.
ABD’ye daha güçlü ve son darbeyi vuracak olan şey ise MENA (Orta doğu ve Kuzey Afrika) ülkelerinin bağımsızlıklarını kazanması olacaktır. Bu nedenle Arap isyanları çok önemliydi ABD için. ABD bu isyanları büyük başarıyla kontrolü altına alarak kendi politikalarını desteklemeyen yönetimler oluşmasını engelledi.
ABD’nin geçmişte uzak doğuda yaptıkları, bugün orta doğuda olanları anlamak için çok önemlidir. Geçmişte orada ABD diktatörleri uzun süre destekler, artık tepkiler nedeniyle destekleyemez hale geldiğinde orduya verdiği emirle diktatörü devirir, yerine eskisinden farksız bir rejim gelirdi. Bugün orta doğuda olan da budur. Bunun tek istisnası Libya oldu.
ABD ORTA DOĞU’DA DEMOKRASİYE İZİN VERMEZ
İşleyen bir demokraside halkın fikirleri iktidarı şekillendirir. ABD’nin orta doğuda engellemek için en büyük uğraşı verdiği şey de gerçek demokrasinin kurulmasını engellemek oldu. Böylece Arap ülkelerinin yeni yöneticilerinin ABD politikalarına karşı çıkamayacak yöneticilerden oluşması garantilendi. ABD, orta doğudan bahsederken buradaki halklardan değil diktatörlüklerden bahseder. Çünkü halkın istekleri ABD politikalarıyla uyuşmaz, hatta çakışır.
İRAN’IN TEHDİDİ, ABD GÜDÜMLÜ OLMAYAN POLİTİKALARIN MÜMKÜN OLDUĞUNU GÖSTERMESİ
Chomsky, ABD’nin İran politikasını “bağımsız politika” perspektifinden değerlendirdi:
İran, otokratik bir rejim. Askeri bir tehdit yaratma gücü yok. Askeri yapısı saldırıdan çok savunmaya ve işgali engellemeye yönelik. Nükleer silah geliştirme isteğini ABD yöneticileri çok iyi anlayabiliyor. ABD’li politikacılar “Eğer ben İran olsaydım nükleer silah sahibi olmak isterdim” diyorlar. İran’ın bir diğer politikası da komşularını etkilemek. Böylece kendilerini ABD işgaline karşı savunmak istiyorlar. ABD bunu “İran’ın ülkeleri karıştırması” olarak adlandırıyor. Kendi askeri müdahalelerine ise “stabilize etmek” diyorlar.
İran Türkiye ve Brezilya ile yaptığı pazarlıklarda nükleer santrallerinde kullanacağı uranyumu Türkiye’nin zenginleştirmesi teklifini kabul etmişti. İlk başta İran’ın bunu kabul etmeyeceğini düşünerek bu teklifi destekleyen ABD, İran’ın kabul etmesinin ardından kesinlikle karşı olduklarını ilan etti, hatta Türkiye ve Brezilya’yı da kınadı.
Bir diğer çözüm ise bölgede nükleer silahları yasaklayacak bir anlaşma yapmak. Bölge halkları bunu gerçekten istiyor. Ancak İsrail nedeniyle ABD bu düşünceye uzak. ABD, İsrail’in nükleer silahlarının denetlenmesine bile izin vermez. Bunların ABD’de basında hiç tartışılmaması, özgür bir ülkede düşüncelerin bariz bir hükümet baskısı olmadan nasıl kısıtlanabileceğini anlamak için önemli.

DSC_0086İşte Türkiye, böyle bir küresel düzende yerini bulmak zorunda. Ama her şeyden önce Türkiye’nin en büyük sorunu olan Kürt sorununu çözmesi şart. Irak Kürdistanı ve Suriye Kürdistanı’nın bağımsız politikalar üretme yolunda adımlar attığı bir bölgede bu sorun çözülmediği takdirde Türkiye daha da zorlanacaktır.

About onurerem

journalist @ birgün newspaper. twitter.com/onurerem
Bu yazı Haber içinde yayınlandı ve , , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s