“Boston bombaları, ayrıcalıklı batılıların dünyanın geri kalanında her gün ne yaşattıklarını gördüğü ender anlardan biriydi.”
NOAM CHOMSKY | BirGün için çeviren: ONUR EREM
Nisan ABD’nin New England bölgesinde keyifli geçer. Baharın ilk işaretiyle zorlu kış ikliminin geride kalması, insanlara mutluluk verir. Ama bu yıl öyle olmadı.
Boston’daki saldırılar ve sonrasında gergin geçen hafta bölgede yaşayan herkesi etkiledi. Bazı arkadaşlarım bombanın patladığı anda maratonun bitiş çizgisindeydi. Bir başka arkadaşım da ikinci şüpheli Dzohar Tsarnaev’in ikinci şüpheli olarak yakalandığı yerin yakınlarında oturuyordu. Genç polis memuru Sean Collier, benim çalıştığım ofisin tam önünde öldürüldü.
Ayrıcalıklı batılıların, dünyanın geri kalanında her gün yaşattıkları şiddete benzer bir şiddeti gözleriyle gördüğü, o korkuyu içinde hissettiği ender anlardan biriydi Boston’da yaşananlar. Örneğin, lise eğitimini ABD’de almış Yemenli gazeteci ve aktivist Farea Al-Muslimi 23 Nisan’da Yemen’deki köyünün İnsansız Hava Aracı (İHA) tarafından bombalanışını ABD Senatosu’nda anlatıyordu tam da Boston bombalanmasının olduğu saatlerde.
Bu hava saldırısıyla terörize olan köylüler keskin ABD düşmanları haline gelmişlerdi: Cihatçı propagandanın uzun uğraşlar sonunda başaramadığını ABD kendi eliyle başarmıştı. Al-Muslimi “Komşularım ABD’ye hayranlardı. Ama artık ABD deyince kafalarının üzerinde uçan İHA’ları ve yağdırdığı ölüm geliyor akıllarına”. Obama’nın yönetiminde gerçekleştirilen bu küresel terör saldırıları, bir gün ABD’ye tehdit yaratabilecek insanları öldürmek amacı taşısa da saldırının kendisi birçok insanın ABD’ye düşman kesilmesine yol açıyor.
Boston saldırısını önlemenin doğrudan bir yolu yoktu. Ama gelecekteki benzer saldırıları önlemenin kolay yolu var: İnsanları tahrik etmemek. Aynı şey rahatlıkla yakalanıp yargılanabilecekken öldürülen ve otopsi bile yapılmadan cesedi yok edilen başka bir kişi için de geçerli: Usame bin Ladin.
ABD BİN LADİN İÇİN ÇOCUKLARI ÖLDÜRDÜ
Bin Ladin cinayetinin daha önce pek gündeme gelmemiş başka sonuçları da var. Bin Ladin’in yerini bulmak için CIA yoksul bir mahallede göstermelik aşı kampanyası düzenleyerek DNA toplamış, ardından aşı kampanyasını yarıda bırakarak aşı kampanyasını daha zengin bir semte taşıdı.
CIA’in bu operasyon ile Hipokrat yemininin temeline ihanet etmiştir. Üstelik operasyonun açığa çıkmasının ardından Pakistan’da çocuk felci aşısı yapan doktorların da hayatı tehlikeye girdi. Bazıları ABD’ye yardım ettikleri şüphesiyle kaçırıldı ve öldürüldü. CIA’in yaptıkları nedeniyle Birleşmiş Milletler, çocuk felci aşısı ekibini bölgeden tamamıyla çekmek zorunda kaldı.
Artık Pakistanlılar, yabancı aşı ekiplerinin ülkedeki faaliyetlerini ajan faaliyeti olarak görmeye başladı. Bu nedenle Pakistanlı çocukların aşı koruması alamaması büyük felaketlere yol açacak. Bu yüzden en az 100 bin çocuk felci vakası gerçekleşeceğini hesaplayan Columbia Üniversitesi’nden sağlık bilimci Leslie Roberts “Gelecekte insanlar ‘bu çocuğun sakat kalmasının nedeni ABD bin Ladin’i ele geçirmek için kafayı o kadar bozmuş olmasıydı’ diyerek ABD’yi suçlayacaklar. ABD’ye bu öfkenin etkisiyle bakacaklar” diyor.
ABD’nin Pakistan’daki tek yanlış politikası bu değil. Daha ciddi sonuçlar da şans eseri atlatıldı. Afganistan-Pakistan sınırındaki bölgelerde operasyonlar düzenleyen ABD askerlerine “gerekirse Pakistan askerleriyle çatışmaktan çekinmeyin” emri verildi. Bugüne kadar böyle bir çatışma olmadı ama güçlü bir orduya ve nükleer silahlara sahip Pakistan’a karşı verilen bu emir, gelecekte nükleer savaşa bile yol açma tehlikesine sahip.
Devletlerin, politik hedefleri doğrultusunda yurttaşlarının hayatını hiçe sayması, tehlikeye atması bütün tarih boyunca karşımıza çıkan bir olgu. ABD’nin tarihi de bundan farklı değil. Bugün halklar bu gerçeğe gözlerini kapatarak geleceklerini tehlikeye atıyorlar.
Jeremy Scahill’in yeni yayınlanan “Kirli Savaşlar: Bir savaş cephesi olarak dünya” kitabı tam da böyle bir dönemde gözlerimizi açıyor. Scahill bu kitapta ABD ordusunun operasyonlarının, İHA’larla yaptığı terör saldırılarının maruz kalan halk üzerindeki etkisini, doğrudan alandaki etkisini anlatıyor. Bu kitabın etkisi yazar ve aktivist Fred Branfman’ın, ABD’nin 1960’larda Laos’ta yürüttüğü kirli “gizli savaş”ları ortaya dökmesine benziyor. Branfman, bugün İHA’ların rolüyle ilgili şunları söylüyor: “1969 yılında ABD’nin Laos operasyonunu yürüten Monteagle Stearns Kongre’ye ifade vermeye çağrılmıştı. Kendisine, ABD Başkanı Johnson Vietnam’da çatışmaların durdurulması emri verdikten sonra neden Laos’un bombalandığı sorulduğunda ‘Uçaklarımız boş duruyordu, öyle boş boş yatmalarına izin veremezdik’ demişti. Sırf uçakları işlesin diye Laos’un zavallı köylülerini korkudan mağaraya sığınacak hale getirmiş, hatta ellerindeki son teknolojiyle mağaralarda saklanan insanları bile öldürmüşlerdi. Bugün ABD’nin İHA’larla her yeri bombalamasına da bu perspektiften bakmak lazım”.
İHA’lar kendisini sürekli büyüten ve geliştiren terör makineleridir. Onu elinde bulunduranlar, boş durmalarına izin veremez.
Tarihçi Alfred McCoy, “ABD imparatorluğunda polislik: ABD, Filipinler ve gözetleme devletinin yükselişi” kitabında ABD’nin açlık ve işkence ile yüz binlerce kişiyi öldürdüğü bir işgalden sonra Filipinler’de halkı nasıl pasifize ettiğini anlatıyor. İşgalci ABD, çağının en ileri gözetim ve kontrol mekanizmalarını kullanarak halkı ayaklanamadan bastırdı. Bu uygulamanın etkisi günümüzde hâlâ devam ediyor.
ABD bu sistemin ‘başarısından’ memnun kaldıktan sonra sonunda bunu kendi evinde de uygulamaya karar verdi. ABD bugün kendi halkını sürekli geliştirdiği yöntemlerle kontrol ve gözlem altında tutuyor. Tabi ki bu yöntemler işgal ettiği ülkelerde uyguladığı yöntemlerden daha yumuşak, ama bu onların daha ‘iyi’ olduğu anlamına gelmez. Devletin denetlenemeyen, düzenlemelere tabi olmayan güç tekeli büyük bir tehdit. Boyun eğmek, buna vermemiz gereken en son tepki olmalı.