Suriye Çevirileri-2: Mezhepçilik tehlikesi büyüyor

ROBIN YASSIN-KASSAB
BirGün için çeviren: ONUR EREM
4 mart 2012

Baasçılık, Arap dünyasına bir salgın gibi yayılan mezhepçilik ve bölgesel ayrılık hareketlerini sonlandırmak için yapılan bilinçli bir girişim olarak başladı. Baasçılığın ilk ideologlarının çoğunun Hıristiyanlar ve diğer azınlık üyelerinden olmasının nedeni buydu. Baasçı “Ebedi mesajı taşıyan tek bir Arap milleti” sloganı Arapçılığın bu türünün dinin üzerinde yer alma, hatta yeni bir din olma amacı taşıdığını gösteriyor. Burada kastedilen mesaj Muhammed’in kustal mesajı, millet kavramı ise uluslararası İslam toplumunu kastetmektedir.

Irak’ta bu plan tutmadı. Saddamcı Baasçılık gerçek Arapların Sünni Araplar olduğunu, Şiilerin İran ajanı, Kürtlerinse düşman bir ulus olduğunu savunuyordu. Hatta Saddam “Tanrının yaratmamış olması gereken üç şey: İranlılar, Yahudiler ve Sinekler” başlıklı kitabından da anlaşılacağı gibi milliyetçilik ile faşizmin sınırlarında geziniyordu.

Suriye ise biraz daha farklı ve sofistike. Suriye devlet başkanı ve üst düzey yöneticileri Lazkiye bölgesi Alevilerinden olsa da eğitim sisteminde sadece Sünni İslam ve Hıristiyanlık öğretiliyor, geleneksel Alevi şeyhlerinin itirazına rağmen. Devlet başkanı toplum içinde ibadet ettiği zaman bunu hep Sünni geleneklerine göre yapar. Son on yıllarda rejim Sünni işadamları ve azınlık gruplarından askerlerle beraber hareket ederek temelini yaymaya çalıştı. Irak’ta çoğunluğun ritüelleri ve dini festivalleri yasaklanırken Suriye’de böyle bir şey yaşanmadı.

Mezheplerin ve mezhepçiliğin toplum içinde tartışılması bir tabuydu. Bunun bir ölçüde iyi sonuçları oldu. Şam’da yaşarken bir Hıristiyan arkadaşım bir Yahudi ile yumruk yumruğa kavga etmişti. Kavga bir kadın meselesiydi, dinle veya mezheplerle alakası yoktu. Ancak sivil polisler böyle ufak bir olayda bile Hıristiyan arkadaşımı sorgulayarak din veya mezhep meselesi olmadığına emin olmak istediler. Biraz gereksiz bir hassasiyet gibi gözükse de duyarlılığı anlamak açısından önemli bir örnek.

ŞEYTANIN KARANLIĞI
Bu tabu o kadar güçlüydü ki İngilizce’den çevrilen filmlerde “kilise” kelimesi “ibadethane” olarak çevriliyordu. Rejim, toplum içindeki bölünmelerle başa çıkmak için onlar yokmuş gibi davranmayı ve insanları da öyle davranmaya zorlamayı tercih etmişti. Lâkin bir sorunu gözardı etmek hiçbir zaman iyi bir fikir değildir. Bu yüzden bu politika işe yaramadı, çöktü. Toplum içinde bu konular tartışılabilseydi farklı bakış açılarından görüşler farklı gruplar tarafından dile getirilebilir, böylece Hıristiyan ve Alevilerin Sünnilerle yaşarken neden rahatsız olduklarını Sünniler de öğrenebilirdi. Savaş sonrası Almanya, anti-semitizmini dürüst bir şekilde masaya yatırıp inceleyebildiği için bugün bu konuda çok daha ilerde. Apartheid sonrası Güney Afrika, gerçeği gizlemediği için ve sadece siyahilerin değil, beyazların da çekincelerini anlatabildikleri bir tartışma ortamı yaratarak kaosa sürüklenmekten kurtuldu ve bir uzlaşma ortamı yarattı. Toplum içinde mezhep tartışmalarının yasaklanması bu konuyu özel sohbetlere hapsetti ve insanların görüşleri bu sohbetlerle şekillenmeye başladı. Toplum çapında öfke oluşması kolay bir şey değilken özel sohbetlerde, küçük gruplarda farklı topluluklara karşı öfke oluşması ve bu öfkenin derinleşmesi daha kolay olduğu için birbiriyle tartışma-etkileşme ortamı olmayan gruplar birbirine karşı öfke duymaya başladı. Şeytanın en hızlı yayıldığı yer karanlıklardır.

Bu boğucu tabunun semptomları rejim karşıtı Suriyelileri de etkiliyor. Londra yeni açılan bir etkinlikte karikatürist Ali Ferzat’ın Suriye’yi güzel birleşmiş bir mozaik olarak betimlediğini duydum. Kendisi kesin bir şekilde “Suriye, tarihinde hiç bir zaman mezhepçi nefretten veya şiddetten etkilenmedi” demiş. Ali Ferzat bir siyaset analizcisi olmadığı için romantizmini eleştirmek istemiyorum.

Mozaik benzetmesinde bir derece gerçeklik olduğu doğru. Geniş Suriye’de farklı etnisite ve dinler bin yıllarca beraber, barış içinde yaşadı. Ancak bunun kanlı istisnaları da oldu. Osmanlıcılık gerilerken Avrupa güçleri bölgeye girerek kendilerine yakın gördükleri toplulukları desteklediler. 19. yüzyılın bu döneminde ilişkiler kötüye gitmeye başladı. Dürziler ile Hıristiyanlar birbirlerinin kanını döktüler. 1860’ta Şam’ın Hıristiyan mahalleleri yakıldı.

Bir de Alevilerin durumu var. Aleviler 1920’de Fransızlar bölgeye girene kadar Antakya dışında hiç bir Suriye şehirinde Sünniler ile bir arada yaşamıyordu (o dönemde Antakya Suriye sınırları içerisindeydi). İbn Taymiyya’dan itibaren önce Memlük, sonra da Osmanlı yönetimi altında Aleviler yaşadıkları köylerin dışında bütün yasal ve sivil haklarından mahrum bırakılmıştı. Genç Alevilerin Sünnilerden ideolojik bir yakınması yok, ancak onlar dedelerinden duydukları aşağılama ve hakaret hikâyeleriyle büyüdüler.

BÖL-YÖNET STRATEJİSİ
Bütün bunlar Brityanya ve Fransa emperyalizminin Arap dünyasının kuzeydoğusunda uyguladığı böl ve yönet stratejisini dikkate alarak düşünülmeli ve değerlendirilmeli. Sykes-Picot anlaşmasıyla yapay sınırlar çizilirken her ülkede iktidar azınlık gruplarının eline verildi. Irak’ta devlet kontrolü Sünni Araplardayken Ürdün’de Mekkeli Haşimoğulları yerel Bedevileri ve sonrasında da Filistinli mültecileri yönetiyordu. Filistin’de göçmen azınlık olan siyonist Yahudilerin kontrolünü elinde tutuyordu. Bu azınlık zaman içinde Filistinlileri ülkeden sürerek çoğunluk haline gelmeyi başardı. Lübnan’da ise Maruni Hıristiyanlar ülkedeki diğer gruplara göre daha fazla güce sahipti.

Suriye’de Fransızlar önce ülkeyi din ve mezheplere göre bölmeye çalıştı. Suriye halkının direnişiyle bu plan çökerken Fransızlar azınlıklardan oluşan bir ordu kurmayı başardı. 1946’da CIA yardımıyla darbe yapıp iktidarı ele geçiren bu azınlık ordusu hâlâ iktidarda.

Bu çirkin tarihin bir an önce, iyice anlaşılması gerekiyor. Çünkü rejim, isyanlar başladığından beri mezhepleri vahşice araçsallaştırdı. Bu hem propaganda yoluyla hem de Alevi eşkiyaları silahlandıp Sünni mahallelerinde olaylar çıkartarak yapılmakta. Yönetimdeki çetenin bu saldırılarla amacı Sünnilerin Alevilerden nefret etmesini sağlamak. Böylece Sünnilerin kendilerinden nefret ettiğini düşünen Aleviler, korku içinde Alevi başkanlarına itaat edecekler. Bu politikayla aslında en büyük mağdurun Alevi toplumu olduğunu görmemek mümkün değil.

ULUSAL KONSEY’İN SİYASETİ DEĞİŞMELİ
Muhaliflerin kurduğu Suriye Ulusal Konseyi’nin bu geçmiş perspektifinde siyasetini değiştirmesi lazım. Muhtemelen hiçbir zaman gelmeyecek Batının askeri müdahalesi için bitmeyen bir ajitasyon yapmaktansa bıkmadan, sürekli Alevi ve Hıristiyanlara seslenerek onların şehirlere göçünü -tarih boyunca onlara karşı yapılan haksızlıkların bir telafisi olarak- hoş karşılamalı. Sünni karşıtı önyargılara dair çözümler aranmalı. Örneğin “Allahu ekber” sözünü her duyduğunda bunun Sünnilerin üstünlüklerini kanıtlamak için söylendiğini düşünenler, bu varsayımlarını tekrar değerlendirmeleri için cesaretlendirilmeli.

Suudilerin desteklediği Selefiler halihazırda mezhepler hakkında tartışıyorlar. Lübnan ve Irak’taki Sünni toplumunun önemli bir kısmı da Suriye trajedisini mezhepler üzerinden değerlendiriyor. Batılı gazeteciler ise genellikle mezheplerin önemini abartan bir anlayışa sahip. Bu durumda rejim karşıtlarının da artık kendilerini sorgulaması, mezhepleri göz ardı etmemesi lazım. Ülkede her gün insanlar ölürken kimsenin tabularla zaman kaybetme lüksü yok.

About onurerem

journalist @ birgün newspaper. twitter.com/onurerem
Bu yazı Çeviri içinde yayınlandı ve , , , , , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın