Binnaz Uzun’un hayat hikayesi, devletin engelli politikalarının bir özetini yansıtıyor: Ortaokul sınavına başvuramadı, kazandığı liseye ve üniversiteye gidemedi, mezun olduğunda hakimlik sınavına alınmadı
ONUR EREMGelişmiş ülkelerde devletler engellilerin hayatını kolaylaştırırken Türkiye’de önlerine yeni engeller çıkarıyor. Bedensel engelin yanı sıra bir de devletin engelleriyle uğraşmak zorunda kalan engelliler, bu yüzden kamusal alana dahil olamıyor; seslerini ve taleplerini duyuramayarak bu ‘görünmezlik sarmalı’nın mağduru haline geliyor. Binnaz Uzun’un hayat hikayesi, bir engellinin hayatı boyunca karşısına çıkan engelleri anlamamıza yardımcı oluyor:
>> Önce sizi tanıyalım…
1965 yılında Manisa’da doğdum. Çocuk felci ve ardından geçirdiğim ameliyatlar nedeniyle bacaklarımda sorun var. İlkokulu Manisa’nın Salihli ilçesinde okudum. İlkokuldaki öğretmenim çok duyarlı ve ilgiliydi. Belki de onun sayesinde birçok şeyi kolaylıkla atlattım. Onun sayesinde ilkokulda hiçbir zorluk yaşamadım. Sınıfta benim gibi 2 arkadaş daha vardı. Bugünün aksine, bizim dönemimizde önemli bir sorundu çocuk felci.
>> Eğitim hayatınızda ne gibi sıkıntılar yaşadınız?
İlkokulun sonunda parasız yatılı okul sınavlarına başvuracağım zaman anladım ilk defa durumumun farklı olduğunu. Sınıfın en başarılılarından biriydim ve iyi bir yeri kazanabileceğimi düşünüyordum. Okul müdürü sınava başvurmak istediğimi duyduğunda babamı çağırdı okula. Bir odaya girip konuştular. Babam odadan çıktığımda sınava başvuruda bile bulunamayacağımı söyledi. Yönetmeliğe göre “keller, körler, topallar, sağırlar” sınava giremiyordu ve bu durum aynen böyle ifade ediliyordu. Kelliği de bir engellilik olarak görüyorlardı. Öğretmenim bu durumu öğrenince gidip Milli Eğitim İlçe ve İl Müdürlüklerine giderek durumu çözmeye çalıştı. “Gerekirse ben sırtımda okula getirip götürürüm, bu başarılı öğrencimin sınavlara girmesine izin verin” dedi yöneticilere, ama kimse umursamadı. O zamanlar anlamlandıramamıştım bana uygulanan ayrımcılığı.
Ortaokulda istediğim yere gidemedim bu yüzden, Salihli’de devam ettim. Ortaokulun sonuna geldiğimde ise lise sınavları dönemi gelmişti ve ben daha önce yaşadığım bu tecrübe yüzünden sınava girmek bile istemiyordum.
Müdür yardımcısı ile konuştuğumuzda sınava girebileceğimi söylediler ve başvuru sürecinde bir sonuç yaşamadan sınava girdim. Sonuçlar açıklandığında İzmir Kız Lisesi’ni kazandığımı gördüm. Okula kayıt yaptırmak için bir devlet hastanesinden “sağlıklı olduğuma dair rapor” almamı söylediler. Benim bundan anladığım “bulaşıcı hastalığı yoktur” gibi bir rapordu.
DEVLET YATILI LİSESİNDE OKUYAMAZ
Rapor süreci yaklaşık bir ay sürdü. Bir ay boyunca çok defa doktora gittim, kurulun önünde yürüdüm ve en sonunda rapor olumsuz çıktı: Devlet yatılı okulunda okuyamaz! O okula da gidemedim.
İşin ilginci, aynı okulda durumu benden kötü olan, tekerlekli sandalyede öğrenciler okuyordu. Başka hastaneden rapor almışlar. Biraz şansa veya torpile bakıyor demek ki. Bir kıstas yok bu konuda.
Salihli’ye geri döndüm. Üstelik kaybettiğim zaman nedeniyle okula bir ay geç başladım. Üniversite sınavlarına gireceğim sene ilkokul öğretmeni olmak istiyordum.
KELLER, KÖRLER, TOPALLAR, SAĞIRLAR GİREMEZ
Bizim dönemimizde sınav başvurusuyla birlikte tercih yapılıyordu. Tercih kılavuzuna baktığımda özel şartlar bölümünde “Keller, körler, topallar veya sağırlar ilkokul öğretmenliği bölümüne giremez” yazıyordu. Bu yüzden istediğim bölüme giremedim, Ankara’da Gazi Üniversitesi’nin Kamu Yönetimi bölümüne kayıt oldum.
Ama aklım hep ilkokul öğretmenliğindeydi. İkinci yılımda üniversite sınavlarının tercih kılavuzuna baktığımda öyle bir madde olmadığını gördüm. Sınava girip Çanakkale Eğitim Yüksekokulunu kazandım 1983 yılında. Daha önce yaşadığım sıkıntıları göz önünde bulundurarak sağlık raporunu almadan önce gittim okulla konuştum ve onları almamı söyledikleri hastaneye gittim rapor almaya. Orada da “böyle bir durumum var, eğer bana engel çıkartacaksa en başından söyleyin sonra zaman kaybetmeyeyim boşuna” dedim. Onlar da kesinlikle durumumun engel çıkarmayacağını söylediler ve raporumu verdiler.
Okula kayıt yaptırdıktan sonra beden eğitimi dersleri çıktı ortaya, bu derslere girmem gerekiyordu. Ben de beden eğitimi derslerine giremeyeceğime dair rapor götürdüm. Rapor kabul edilmedi. Gerekçeleri beden eğitimi derslerinin zorunlu ders olması ve girmeyenlerin devamsızlıktan sınıfta kalmasıydı.
‘BEDEN EĞİTİMİNE GİREMİYORSAN KAYDINI SİL’
Okul yönetimine durumumu anlatan bir dilekçe yazarak ne yapmam gerektiğini sordum. Bir iki hafta beni oyaladılar ve sonrasında okul müdürü beni odasına çağırdı. “Yanımızdaki binada seramik bölümü var. Orada çamura şekil veriyorlar. Biz ise burada insana şekil veriyoruz ve senin bu fiziksel durumun yüzünden sana istediğimiz şekli veremeyeceğiz. Bu yüzden karar verdik, beden eğitimi derslerine giremiyorsan kaydını sildireceksin” dedi bana. Ben de bunu bana yazılı olarak vermelerini istedim, vermediler.
Okul bahçesinde 3-5 gün süren bir oturma eylemi yaptım, öğretmenlerle konuştum, hiçbiri fayda etmedi. En sonunda Ankara’da YÖK’e gittim tek başıma. Kapısında 8 saat bekleyerek Eğitim İşleri Genel Müdürlüğü’nden randevu almayı başardım.
Görüşmede durumumu anlattım ve bunun düzeltilmesini istedim. Bana ilk söyledikleri şey “sen bu okulu tercih edemezdin zaten” oldu. Onlara kılavuzda böyle bir maddenin yer almadığını söylediğimde inanmadılar ve kılavuzu arşivden getirip baktıklarında şaşırdılar. Bir sonraki aşamada “niye beden seçiyorsun, resim seç, müzik seç” dediler. Bu sefer de onlara beden eğitimi dersinin zorunlu olduğunu söyledim. Son olarak “sen bu okula zaten rapor alıp kaydını yaptıramazdın” dediler. Ben de onlara sağlık raporumu gösterdim ve üstelik bu raporu üniversite hangi okuldan al diyorsa oradan aldığımı söyledim.
YÖK: SAHTEKAR OLMADIĞINI KANITLA
Durumu çözemeyeceklerini anlayınca “sen bu sağlık raporunu almak için tetkiklere kendinin girdiğini kanıtlayabilir misin?” diyerek benim doktor kontrolüne başkasını soktuğumu söylediler. Açıkça bana yalancı diyorlardı. Üstelik böyle bir iddiada bulunanın bunu kanıtlaması lazımdı.
“Yapabileceğim hiçbir şey yok mu?” diye sordum. Bir dilekçe verebileceğimi, 6 ay sonraki kurulda görüşüldükten sonra cevap vereceklerini söylediler. Ama 6 ay sonra zaten devamsızlıktan atılacaktım. “Keşke bunları baştan hesaplasaydın, kendine başka bir dal seçseydin dediler. Daha fazla uğraşsam da bir sonuç alamayacağımı anlayarak Çanakkale’ye geri döndüm.
Döndüğümde kaydımı kendi isteğimle silmemi söyledi okul yönetimi bana. Ben de buna karşı çıktım, okuldan ayrılacaksam gerekçesinin açıkça gösterilmesini istedim. Bir hafta boyunca okul yönetimiyle tartıştıktan sonra artık gücüm kalmadı, pes ettim ve kendi isteğimle kaydımı sildim.
Tekrardan sınava girerek İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazandım. Hakim veya savcı olmak istiyordum. Mezun olduktan sonra hakimlik ve savcılık sınavına başvurmak istedim. O zaman da sağlık raporu istediler. Raporda “engellidir” diyecekti ve ben aynı sonuçla karşılaşacaktım.
‘ENGELLİLER DEVLETİ TEMSİL EDEMEZ’
Adalet Bakanlığı’na bir dilekçe yazarak “Ben bir hukuk mezunu olarak hakimlik ve savcılık sınavına başvurmak istiyorum. Bununla ilgili istenen sağlık raporunun niteliği ve şekline ilişkin bilgi istiyorum” dedim. Bir ay sonra cevap geldi ve “Sağlıklı olduğunuza dair bir rapor almanız gerekmektedir” diyordu. Bu kadar. Pes ettim ve vazgeçtim hakim olmaktan.
Engellilerin neden hakim veya savcı yapılmadığına dair resmi bir açıklama yok. Ama anladığım kadarıyla bunun arkasında “Hakimlik ve savcılık devleti temsil eden kurumlardır. Sakatlık da Türk toplumunda alayla karşılanan bir durumdur. Dolayısıyla devlet kurumlarıyla alay edilmemesi için buna izin vermiyoruz” diye bir düşünce var.
>> Bölüme girerken hakim veya savcı olamayacağınız söylenmiş miydi?
Hayır söylenmemişti. Hakim olamayınca avukatlık yapmaya başladım. Benden adliyeler arası koşturma istiyorlardı ve bu da benim için çok zor bir şey. Bu yüzden hakimlik bana daha uygun bir meslek olacaktı ama devlet izin vermedi.
Avukatlık yaparken çok zorluklar çektim. Devlet binaları engellilere kesinlikle uygun değil. Örneğin Kadıköy Adliyesi’nde asansör 2 yıl boyunca sürekli bozuluyordu. Bir gün çalışıyorsa bir gün de bozuktu. Benim bir davaya girmek için merdivenlerde 4. kata çıkmam gerekmişti. Ama burada bitmedi. Fotokopi çekmek için tekrar zemin kata indim, bir belge almak için 5. kata çıktım, davayı açmak için başka kata, kayıt yaptırmak için yine farklı bir kata gitmem gerekti. Vücudum harap oldu. O günden sonra bir hafta boyunca ağrılarımdan dolayı evden çıkamadım.
Daha yeni yapılan Çağlayan Adliyesi de engellilere göre değil. Binaya bir şekilde ulaşmayı başarırsan içeride her şey güzel, ama binaya engelli erişimi imkansıza yakın. Metrobüs durağında engelli asansörü yok örneğin. Üstelik metrobüs de, adliye de İstanbul’un en yeni yapılarından!
Alanda çalışmak yerine ofiste çalıştığımda ise dışarıda çalışan arkadaşlara göre daha az iş yaptığım izlenimi oluşuyordu daha önemli bir iş yapmama rağmen. Bu yüzden diğerlerine göre daha az maaş almam gerektiği tartışılmaya başlanınca istifa ettim. O günden beri de avukatlık yapamadım. 5 senedir hukuk bürolarına başvuruyorum, 5 senedir tercih edilmedim engelli olduğum için.
ENGELLİ ANNE OLMAK DA ZOR!
>> Şimdi ne işle uğraşıyorsunuz?
Şimdi evde çocuğumu büyütüyorum. Engelli anne olmak da engelli eş olmak, engelli sevgili olmak gibi kendine özgü sorunları olan bir durum. Kızım hep benimle zaman geçirdiği için bu durumu o kabullenmiş vaziyette. Ama beraber okuluna gittiğimiz zaman kızımın arkadaşları anneleriyle birlikte önümüzden koştururken biz yavaş yavaş yürüdüğümüzde ona açıklama yapmam gerekiyor. “Onların acelesi var kızım, bir tadını çıkartıyoruz” diyorum. Ama kızım artık büyüdü, “anne hadi ya, onun annesi sakat değil sen sakatsın” diyor. Arkadaşları beni gördüklerinde hemen yürüyüşümün taklidini yapmaya başlıyorlar. Bir taraftan bunlar onların kabullenişi açısından benim hoşuma gidiyor. Ama diğer taraftan çocuklarının kafasına vurup “yapma kızım, sonra sen de onun gibi olursun” diyen bir anne çocuğun zihninde “sakatlık” bakış açısını yaratıyor.
Yaşadığımız zorluklara karşı engelliler olarak örgütlenip sokağa çıkmamız lazım ama yapamıyoruz. Engelliler zaten yaşamları boyunca yavaş yavaş sokaktan uzaklaşmaya zorlanıyor devlet tarafından önüne koyulan engellerle. Şimdi ücretsiz toplu taşıma kartımızı da almak için hamleler yapıyorlar. Bazı arkadaşlarımızın ellerinde almaya başlamışlar. Artık sadece çok ağır engellilere verilecekmiş. O kadar ağır engeli olan insanlar evden çıkamıyor ki! Ücretsiz toplu taşıma kartını ne yapsın?
EMEKLİLİK BİLE SORUNLU
Emeklilik sürecinde büyük zorluklarla karşılaşıyoruz. Yüzde 40’ın üzerinde raporu olan engellilerin 3.600 iş gününü doldurduklarında emekli olmaya hakları var. Ama bunun için tekrardan engellilik raporu almak gerekiyor. Rapor almak isteyenlerin de genellikle engel oranları düşürülüyor. Örneğin önceden yüzde 50 raporu olan bir engelliye bu raporu almaya gittiğinde muayene bile yapılmadan yüzde 20’lik rapor verilebiliyor.
Ben emekliliğim sürecinde bambaşka bir sorunla karşılaştım. Bir süre İstanbul’da, bir süre de Manisa’da çalıştığımdan emeklilik başvurum için bu iki şehirdeki dosyalarımın birleştirilmesi gerekiyordu. Bunun için Manisa SSK’nın İstanbul’a bir belge yollaması gerekiyordu. Bu kağıt gelmiş ama nerede olduğunu bilen yok. Sadece kağıdı bulabilmek için en az 15 kere SSK binasına gitmemiz gerekti. Telefonla arıyorum, gelip bakmam gerektiğini söylüyorlar. Gidiyorum, görüştüğüm birimler “bizimle çok alakalı değil, başka departmana gidin” diyor. Bina da engellilere uygun değil. Asansörü olmayan bir binada her seferinde beşinci kata çıkıp sonra da katlar arasında koşuşturmam gerekiyordu.
AZİZ NESİN’LİK BÜROKRASİ
En sonunda bir birim “arşivlere bakılması gerek ama arşive gönderebileceğimiz bir elemanımız yok” dedi. Orada isyan ettim, “bırakın ben gireyim de bulayım o zaman arşivlerde” dedim. SSK’nın arşivlerine girerek belgenin hangi birime gittiğini buldum. O birime giderek belgeyi alıp işlemleri yapacak olan diğer birime götürmek istedim. Ama belgenin aslını veremeyiz dediler. “Fotokopisini verin” dedim, onu da veremeyeceklerini söylediler. Belgeyi Manisa’dan faks çeksinler dedim kabul etmediler, kargo yollasınlar dedim onu da kabul etmediler. “Yahu bu kurumun başka bir birimi bu belgeyi almadan ben emekli olamayacağım, ne yapmam lazım?” diye isyan ettim en sonunda. Bana müdürlerden biriyle görüşmemi ve eğer izin almayı başarırsam fotokopisini vereceklerini söylediler. Eğer müdür izin vermezse Manisa’ya gidip oradaki SSK’nın ilgili birimini bulup onlardan bizzat almam gerekecekti belgeyi! 3-4 gidiş gelişten sonra müdürle görüşmeyi başardık. Neyse ki insaflı çıktı da izin verdi müdür.
Bütün bu süreçte devletin engellilerin önüne yeni engeller çıkartarak emeklilik hakkından bile yararlanmaması, pes etmesi için çaba sarf ettiğini gördüm.
Devamı: Bölüm 2 | 2 gün boyunca tekerlekli sandalye ile İstanbul sokaklarındaydım
https://onurerem.com/2012/12/10/camlari-kirmadikca-dikkate-alinmiyoruz/
https://onurerem.com/2012/12/10/yardim-meselesi-degil-hak-mucadelesi/
https://onurerem.com/2012/12/09/engellinin-iki-secenegi-var-ya-evinde-otur-ya-sokakta-iskence-cek/
https://onurerem.com/2012/12/10/engelliler-icin-engellilere-ragmen/
Geri bildirim: 3 Aralık Dünya Engelliler Günü | Onur Erem
Geri bildirim: Yardım meselesi değil, hak mücadelesi | Onur Erem
Geri bildirim: ENGELLİNİN İKİ SEÇENEĞİ VAR: Ya evinde otur, ya sokakta işkence çek | Onur Erem
Geri bildirim: ‘Engelliler için, engellilere rağmen’ | Onur Erem
Geri bildirim: ‘Camları kırmadıkça dikkate alınmıyoruz’ | Onur Erem